Radyo henüz bizim köye girmemişti. Türküyü
babamızdan, -olmaz amma- gidebilirsek davullu düğünlerde zurnanın sustuğu anda,
halayın başında elini kulağına atıp, başını görebildiği en yüce dağa doğru
kaldırarak uzun hava söyleyen halayın başındaki emmilerden öğrendik. Köydeki
yaşlı bibilerimiz ve teyzelerimizin hikâye anlatırken arasına kattığı âşık
deyişetleri ve türkülerini de can kulağı ile dinlerdik. Karacoğlan’ın,
Dadaloğlu’nun türkülerini ilk onlardan dinledim. “Aldı Kerem, aldı Aslı” demelerini
çok severdim. Nerdeyse bütün türküleri aynı gayda -usûl- ile söylerlerdi. O gün
bugündür halk ozanlarına karşı derin bir muhabbetim var.
Kitabının çıktığını sosyal medyada görünce
sevindim ve bir pındına düşürüp Abdulhakim
Eren Hocaya uğradım. Sevincimi
belirttim, kendisinin sevincine ortaklık ettim. Dostları için masasının yanında
bulundurduğu kitaplardan birini imzalayıp fakire takdim etti. Benim yok denecek
kadar az, yazarı tarafından imzalanmış kitabım var. Çünkü Maişet benim için
günün her saatine serpilmiş bir koşuşturmadan sonra elde edilebilen zor bir
varlık oldu hep. Gün olur sabah işe gider akşamı ve geceyi de işyerinde
geçirmek zorunda kalırdım. Sabaha kadar çalışır, sabah olunca da hazırladığımız
dosyaları alıp başka bir şehre götürürdüm. Bazen gecenin ikisinde üçünde
ararlardı. Hatta “Uyuyor muydun” diye nezaket bile gösterirlerdi(!) Bunu,
yapmayı istediğim diğer işlerin aksamış olmasına bir bahane olarak
söylemiyorum, bütün bu koşuşturma içinde birçok şeyden mahrum kaldığımı
anlatmak için söylüyorum. O koşuşturma sırasında bazen yolda karşılaştığım
dostlarım, “Dün filan yazar, filan şair, filan sanatçı geldi” derdi. Ve
maalesef hep dün, evvelki gün gelmiş olurdu “Büyük adamlar”.
Öpüp başıma koydum Beş Ünlü Ozanı. O gün akşam ve
ikinci gün okuyup bitirdim. Kitaptaki bazı şiirleri yeniden okudum. İşaret
koyduğum satırlara tekrar baktım. Çok güzel bir eser ortaya çıkmış. Öyle ki bu
eser; Âşık Mahzuni Şerif’in, Hayati Vasfi Taşyürek’in, Kul Hamit’in, Âşık
Hüseyin’in ve Âşık Yener’in yüreklerindeki yangının, Abdulhakim Eren Hoca’nın
kalbinde de olduğunu ortaya çıkartmış.
Kitapta Afşinli beş ünlü ozanın hayat hikâyeleri
ve güzel şiirlerine yer verilmiş. Henüz okumamış olanları da hesaba katarak
kitap hakkında fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Fakat o güzelim şiirlerden
bahsetmeden de bu kitap anlatılmış olmaz:
Âşık Mahzuni Şerif’in şiirleri ve türküleri birçok
kişi tarafından bilindiği için onu atlıyorum. Hayati Vasfi Taşyürek’in Tuna ve
Lügatçemiz şiirleri de şiirle ilgilenenlerin severek okuduğu, hatta birçoğunun
ezbere bildiği şiirlerdir. Buraya “Ne Diyeceksin” şiirinin ilk kıtasını almak
istiyorum:
Yenilip yenilip gelen pehlivan/Hocan Aliço’ya ne
diyeceksin
İkinci olursa ağlardı baban/Onuncu sıraya ne diyeceksin.
…
Kul Hamit’in “Allah’tan İstek” şiirinden:
…
Hastanelere gitsem/Dertlilerin halin sorsam
İki araba ilaç versem/Bir kamyon da hapım olsa.
…
Âşık Hüseyin Tenecioğlu’nun “Turnalar” şiirinden:
…
Size selam dursun Maraş beyleri/Gül gülistan
bahçeleri bağları
Gayet yüksek derler Ahır Dağları/Üzerinden aşmak
zor mu turnalar.
…
Son olarak Âşık Hacı Yener’in “Turnam” şiiriyle bitirelim:
…
De ki: Âşık Yener bıkmış canından/O’nu ayırmışlar
öz vatanından
Binboğa Dağının Subatan’ından/Bir deste mor sümbül
dermeden gelme.
Özellikle genç kardeşlerimizin Beş Ünlü Ozan’ı
okumasını tavsiye ediyorum. Memleket sevdasını, insan sevgisini, aşkı, gurbeti
ve yoksulluğu bir de Abdulhakim Eren Hocanın penceresinden sızan şekliyle yaşamalarını
salık veriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder