İlham
kalabalıkları sevmez.
Bir
Hocam’dan Bir’i
Anadolu lisesini ilk
kazandığımda başıma geleceklerden habersiz, aklı başında olmayan bir gençtim.
Dersler birbirinin ardı sıra biterken şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım
ama hayatımın ilk keskin dönemecinin başlangıcı olan gün, yani ilk Almanca
dersinin olduğu gün bahçede iki devre üstlerimizle konuştuğumuz şu muhabbeti kolay
kolay unutamam:
“Matematiğe girdik Abi. Dur
bakayım, hah Muttalib Hoca.”
“He, iyi hocadır. Kafa
adamdır, iyi geyik yapılır.”
“İngilizce, Serap Hoca.”
“O da iyi hocadır. Üzmezsen
üzülmezsin.”
“Tarih, Ergun Hoca.”
“Bak Ergun Hoca dediğinde
biraz duraksa. Azıcık sinirlidir. Ama aynı zamanda çiçek gibidir. Çok güzel
anlatır Tarih’i. Keyif alırsın dinlerken.”
“Abi her şey güzel de adam
Vladimir Putin’e benziyor.”
“Lan! Sakın ona söyleme
bunu. Ömrünün sonuna kadar lise okursun. Hiç sevmez.”
“Peki abi.”
Bu arada birkaç hocadan daha
bahsettik.
“Bir de şimdiki dersimiz var:
Almanca, Savaş Hoca.”
İbrahim Abi o anda
omuzlarımdan tuttu, doğrudan önüne çekti beni.
“Siyah pantolon tamam,
lacivert ceket tamam, beyaz gömlek tamam, kravat tamam.”
“Abi ne oluyor?”
“Kravat düzgün bağlanmış,
gömlek pantolonun içinde.”
“Abi Allah aşkına ne oluyor
desene.”
“Lan bir sus! Sakalına
bakayım, he daha tüy yokmuş, saçların bir tık uzun ama daha idare eder.”
“Tüy yokmuş falan ayıp
oluyor.”
Gülerek, “Var mı lan düdük?”
“Yok.”
“Şimdi kulaklarını aç iyi
dinle. Şu okulda bir sene geçirmiş birinin kulağına ‘Savaş Hoca’ diye fısılda
kaçacak delik arar. Savaş Hoca otoriterdir. Hata ve yanlış istemez.”
“Peki abi.”
“’Edep, adap çerçevesi’nin
dışında bir durum olduğunda hiç esirgemez, adamın fişini çeker.”
“Evet abi.”
“Dersi için 60 yaprak küçük
boy kareli defter alsan yeter. Arada küçük yazılı yapar. Onlara dikkat et iyi
puan getirir. Sakın derse ondan sonra girme. Eğer öyle bir ihtimal varsa, o gün
okula gelme. Çünkü Savaş Hoca o gün dersine kimin gelmediğini bilir. Savaş Hoca
herkesi bilir, hem de okul numarasıyla birlikte.”
“Anladım abi.”
Bu kadar korkutmanın
ardından büyük merak içinde derse girdim. Hocam daha koridora çıkmadan sesi sınıfa
kadar gelmişti. İki öğrenci merdivenlerden koşarak inmiş, onlara kızıyordu.
Ardından derse geldi. İlk işi güneşin sınıfı aydınlatmaya yeterli olmasına
rağmen açık olan ışığı kapatmak oldu. Sonra tahta kalemini aldı:
“Her sınıf yüz volt elektrik
yaksa, bu okulda yirmi sınıf var. İki bin volt eder. Bu mahallede beş okul var.
On bin volt eder. Maraş’ta beş yüz mahalle var. Beş milyon volt eder. Güneş
hâlâ içeriyi aydınlatıyorken bu kadar elektriği israf etmenin bir manası yok.”
Herkes şaşkın ama çıt ses
yok. Değil sineğin sesi, havada dolaşan bakterilerin sesini bile duydum o anda,
ilerde olacakların farkında olmadan…
İşte benim Dükkân hikâyem
aslında böyle başladı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder