Dilim şişti ağabey/Emre Birsen

 


Ahmet ağabeyle ne zaman müşerref olduğumu inanın hatırlamıyorum çok da önemli değil zaten. Aynı dertlerle hemhal olduğumuz tüm muhibban gibi elest bezminde tanışmışızdır muhtemelen… Bu mübarek adamla en son zelzeleden birkaç hafta önce dükkanda hemdem olmuştum. Etrafında her zaman kıymet verdiği dava yoldaşımız olan gençler yanısıra tercümanı Ferhat Ağca ve türküdarı Fazlı Bayram da vardı. (Onlar da ağabey gibi zelzelede şehadeten dünyadan göç eyledi.) Ahmet ağabey o gün bana, bir süreden beri memuriyetim dolayısıyla bulunduğum şehirden ötürü Uşak uçbeyi gelmiş onu dinleyelim diye hitap etmişti. Yine mevzu medeniyet tasavvuru ve insan olma şuuruydu. Büyüklerimizden öğrendiğimiz ne varsa onlar üzerine konuşuyorduk. Zira Ahmet ağabey hem yazdıklarında hem muhaverelerinde her daim bizi biz yapan değerleri ve evliyaullahın hikmetli hayatlarından imal ettiği müktesebatı görünmez bir aşıya çevirip damarlarımıza zerk eden bir gönül tabibiydi bizler için. Her zaman “Ben bir şehir münzevisiyim” der ve ruhuna sirayet eden haliyle dildaş dediği ahbabının ruhuna şifa verirdi. İhtiyarlığından mütevellit her ademoğlu gibi onda da birtakım rahatsızlıklar vuku bulmuştu. Kulağındaki rahatsızlığı sebebiyle cennet gençlerinden Ferhat Ağca’yı kendisine tercüman yapmıştı. Ağır işittiği için Ferhat bizim konuştuklarımızı yüksek sesle ona aktarırdı. Sohbetlerinde kendisiyle aynı medeniyet derdine düşmüş ademoğluyla hemhal ve hemdem olur, aziz milletimizin medeniyet geleneğinden haberdar olmayan ve suretindeki insanlığı siretine nakşedememiş kişilerden de o derece ırak dururdu.

Nezaket ve zarafetiyle eski demlerden gelmiş bir payitaht müslümanıydı o. Zatından bahsederken edeb gereği hep fakir diye bahseder, kendisinden iştirak edemediğimiz bir fikir sadır olursa da “nefsi değil ha, fikri fikrî” derdi. Yaşadığımız her zorlukta her sıkıntıda dervişane bir teslimiyeti gösterir, şikâyet etmez ve kalbi sürurla rıza ve kanaat kapısının eşiğinde sükutla niyaz ederdi. Kimle ne sebeple olsun temas etmişse hiçbirini unutmaz ve vefa şuurunu bizatihi zatında yaşardı. Şehrimizde gurebanın ve fukaranın yaşadığı muhitlerde ne cevahir var onları bulur ve hayatlarına temas ederdi.

Kendisinin her şeyi fikir dükkanındaki dostlarıydı. Bu zevat ise dükkanı ayakta tutan manevi sütunlar gibiydi. Ali hocam, Muzaffer hocam, İsmail emmim ve diğer büyüklerimiz…

Ahmet ağabey türkü dinletmeyi belletmişti dükkan ehline, zira türküler bin yıllık medeniyet irfanını anlatırdı. Türkü dinlerken adeta vecde gelir öyle dinlerdi. Nice ozanlardan, aşıklardan, hak ve hakikat dostlarından zevatı bize türkülerle tanıttı. Bizler geceleri uyurken o kaimdi gönül dostlarıyla kendi aleminde ne ahval yaşıyordu bunu Hakk Teala bilir. Âmâ üstadım dediği Cemil Meriç gibi “İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım.” der kapitalizm ve modernizmin ortasında bir derviş gibi yaşardı.

Maraşta zelzele vuku bulunca şehrimizde mukim olan dostlarımız enkaz başında ondan haber beklerden biz gurbetteki dostları telefonla bir haber bekliyorduk. Enkaz başında hüzünle ümidin imtizacı bir ruh haliyle beklerken nihayetinde kumandanımızın vefat haberini aldık. Bu halde ise Ali hocamın irfanı hepimiz için bir mikyas olmuştu. Onun yazdıkları ve haliyle bize aktardıklarıyla ve ondan alabildiklerimiz kadarıyla acı da olsa sinemize çektik yaşanan acıları.

Dünyalık koşuşturmalara kapıldığımız bir zaman bir zelzele ile her şeyimiz yer ile yeksan oldu. Nice dostumuz öte aleme hicret etti. Bu koşturma içinde unutulan medeniyet değerlerinin hatırlanması için hayat nasıl da durdu. Ümid ve niyaz ederim ki bu değerlerimiz yeniden ihya ve inşa olur.

Ahmet ağabeyin ikamet ettiği binanın enkazı kaldırılırken kitapları tarumar olmuştu. Kitaplara ve ilme ne kadar değer verdiğini bilenler gözyaşını tutamadı hala da tutamıyor. Onun kitaplarının dağıldığı gibi biz de dağıldık.

Bana, dostluğun pirleri senden razı olsun derdi. Ahmet ağabey, dostluğu ve ulvi hasletleri gönlümüze nakşetmişti. Onun dostluğa ve medeniyete olan hassasiyeti bize miras kaldı. Hatıratı bakiye kaldı.

Hüzün ki kaldı bize. Kendisinin ifadesiyle “Ulvi hüzün” kaldı bakiye… “Türkülerle de hüznümüz Allah’adır bizim”. Yazılarında her daim kullandığı bu ifade, ağabeyi mükemmelen tarif eden cümledir. “Bin miligramlık” türküleri severdi o. Hüzünle yaşadı hüznüyle göçtü alemden. Fakire dili şiştiğinde gelir gönül hanemize derdi. Ah be Ahmet ağabey dilim ne kadar şişti bir bilsen!

Mahşerde aynı yerde olmak ümidiyle Allah’a ısmarladık ağabey!

Hakkımız varsa helal olsun. Tereddüdüm yok ki şimdi çok sevdiğin evliyaullahın yanındasın senin bana dediğin gibi dostluğun pirleri senden razı olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder