Tek Hatıra Etrafında Bin Dostluk/Lütfü ENGİZEK-Hasan BAZI--Mehmet BOZDAĞ-Mustafa Cihan ALLİŞ


 26 Nisan 2025 tarihinde, 4 dost, Ali Hocam’ı Çanakkale’de ziyaret etmiş ve aşağıdaki 4 yazı tek hatıra etrafında bin dostluk vakası olarak kaleme alınmıştır.

GURBETÇİLER GURBETTE GURBETÇİ HOCAMLA / LÜTFİ ENGİZEK

Gönlümü yanımdan ayıramadığım gurbet günleri birbirini kovalarken dost hasretinden kavrulup duruyordum. İstanbul’a gitmem iktiza ettiğinde edelerime kavuşma heyecanımın yanında aklıma hemen şu soru geldi: “Acaba Cihan Abimi de görebilir miyim ola?”. Fakat kendisi daha evvelden üç beş kere buluşmayı tehir ettiğinden çok da ümitli değildim.

Cihan abiyi hemen aradım. Kısa durum değerlendirmesinin ardından bu sefer buluşma gerçekleşecek gibi duruyordu. Nihayet Bursa'da gurbet ehli bir araya gelebilecekti. Öyle ya, İstanbul deyince aklıma hep Bursa, Bursa deyince gönlüme hep Ali hocam düşerdi. Bu mevzuyu da ona açtığımda Cihan Abi'den, “Kalbimi hissettin” cevabını alınca kendi kendime, “Tamamdır bu sefer” dedim. Çünkü ikna edilmesi en zor iki dosttan biri “he” demişti yani.

Velhasıl, nihayet İstanbul'a vasıl olduktan sonra, iş, güç, koşturmacanın üzerine bir de deprem derken cuma gününe vardık. Hasan edemle cuma ve cumartesi gününün planını yaparken edem, Bozdağ’ı da alıp hamama gitme teklifinde bulundu. Fakat Hasan edemin nakliye işi çıkınca, biz de Bozdağ edemle birlikte Şifa Hamamı'nda bir güzel yoğurulduk, paklandık, arındık. Oradan da Enbiya Abi’nin her daim tavsiyelerinin bulunduğu Mihrimah'a geçtik.

Sohbet muhabbet derken şapırdata şapırdata Bursa lafı verince, Bozdağ edem de heveslenip bize katılmaya niyet etti. Hemen feribot biletlerine baktım. Bir de ne göreyim, Hasan edemle önceden aldığımız koltuğun yanı boş. Nedi şaşırıyorsam ben de. Bu dükkancıların işi hiç belli olmuyor. Bileti önceden nereden ayırttıysa Bozdağ edem, normalde hıncahınç dolu olan feribotta o koltuk boştu.

Cumartesi sabahı zor zekat yetiştiğimiz feribota, bir dakika arayla varmış, nihayet denizi aşarak Bursa’ya vasıl olmuştuk. Feribottan indikten sonra bir numaralı otobüse atlayıp oradan da metroya geçtik. Dil sürçmeleri sonucu üç ismi olan Sürmenemeşe – Sıralıçam – Sırameşeler durağında indikten sonra Cihan Abi bize, "Sadece on dakikalık bir yokuş var, oradan bana geleceksiniz" diyerek konum attı. Ne 10 dakikası? Tırman babam tırman derken 25 dakikada vardık. Maraş'ın yokuşlarına bile hasrettik iyi geldi. Sonunda nefes nefese vardık. Sarılmalar, gülüşmeler, birbirimize bakıp bakıp sebepsiz tebessümler, sonra tekrar sarılmalar…

Saat ikiye vardığında aklıma birden tekar Ali Hocam'a kavuşmak geldi. Onu ziyaret etmeye ikna etmek için Hasan edemle bin bir gayretin sonunda Cihan abiyi aramaya ikna ettik; "Müsait misiniz?" sorumuza tereddütsüz bir "Gelin" cevabı alınca ziyaret farz olmuştu artık. İşte tarik budur, yoldaş budur, varılacak menzil budur.

Bin türkü, bin muhabbet sonra Ali Hocamın kapısına vardık. Vardırana hamdolsun. Ali Hocam hemen aşağıya indi. "Allahuekber!" diyerek bir sarıldım ki, bin hasret birden dökülüp gitti üzerimden, gönlümün bağı çözüldü. Oradan Ali Hocam’ın evine geçip muhabbete başlayınca dilimizin şişi az da olsa indi. Gurbetçiler, gurbette, gurbetçi hocamızlaydı artık.

Hocam, o kadirşinas nezaketiyle tek tek, isim isim herkesin hâlini hatırını sordu. Altı saati dolu dolu geçirip muhabbete doyamadan vedalaşma anı çarçabuk gelip çattı. Yüreklerimiz buruk, vedalaşarak ayrıldık.

Allah, Ali Hocam'dan, edelerimden ve elbette ki Cihan Abim’den ebeden razı olsun; var olsunlar, daim olsunlar. Gönlümüzde yerleri, dillerimizde duaları eksik olmasın. Amin

“Cihan Seyahatnamesi” / Hasan BAZI

  Ankara gurbetinde bulunan dostların İstanbul’a nadiren de olsa geldikleri vâkidir. Bu ziyaretler, vakanüvislerce kayıt altına alınır ve tarihin tozlu sayfalarında muhafaza edilir. Bu ziyaretlerinden birini daha gerçekleştiren lütfi edemin, İstanbul’a teşrif etmesiyle yine gönlümüz şad oldu. Edem gelir gelmez İstanbul’da yer yerinden oynadı, bütün İstanbul yerle yeksan olacak diye çok korktuk. Edemle evvelden bir Bursa’ya Cihan abinin yanına gitsek mi diye konuşmuştuk. Bu geldiğinde gitmeye karar verdik. Edem biletleri aldı. Mehmet Bozdağ edem de son anda kervana katıldı. Yüreğimizde dost hasreti, kulağımızda dükkân türküleri ile üç kişi İstanbul’dan feribotla Mudanya’ya doğru yola çıktık.

  Bursa’ya öğle sıcağında vardık. Vardık varmasına ama Cihan abinin yanına varmak bir müşkülmüş. Hava da alabildiğine sıcak temmuz ayındayız sanki. Biz toplu taşımayla bir yere kadar gittik. Oradan itibaren yayan halde epey yürüdük. Daha doğrusu cihan abi bizi yürüttü. Yürürken de birbirimize söyleniyoruz. Ben elindeki ekrandan yolu tarif eden Lütfi’ye “edem bizi yanlış götürmüyorsun değil mi?” diye sorarken edem Bozdağ’a da “nereye geldik edem böyle?” diye soruyorum. O da yokuş yukarı çıkmanın verdiği hırsla “dükkânda gâvur Cihan demiyorlar mı edem? İlle de bir eziyet yapacak bize” diye diye onca yokuşu çıktık. Cihan abi bizi sırtını Muradiye Külliyesi'ne vermiş, bursa kadar eski bir çınarın altında küçük bir çay bahçesinde beklemekteydi. Hâlimiz perişan, nefes nefese yanına vardık. Kucaklaştık oturduk. Biraz soluklanıp kendimize geldikten sonra çay söyledik. Cihan abi bulunduğumuz muhiti tanıtırken ben de ona İstanbul’dan yanımda getirdiğim şehir göçebesi Hacı Ahmet ağabeyin ‘Ferhat sigarası’ dediği sigaradan bir paket hediye ettim. Sigara paketini eline alıp bir güzel sevdi. İçinden bir tane çıkarıp yaktı. Ferhat sigarasına bakıp uzunca hatıralar; gurbetin çilekeş yüzü, Maraş hatıraları, bir hocam, ak saçlı türk beyinin dizinin dibinde dükkânlı cumalar, gözlerinin önünde belirdi.

  Bize nereleri gezdireceğinden bahsederken Lütfi “Ali hocamın yanına mı gitsek?” dedi. Dükkâncıların böyle kervan yolda düzülür planları çoktur. Soruyu işiten Cihan abi aldırış etmeyerek baktı bizlere. Bu fikir gurbette olmanın hüznüyle birleşmiş olacak ki ağzından şu cümle döküldü “ölüye gitmek kolay, gidebiliyorlarsa diriye gitseler ya”. Bize bu cümleden sonra aksini söylemek düşmezdi. Hemen Cihan abi eline telefonu alıp Ali hocam’ı aradı. Hocam, sanki bizim gelmemizi bekliyormuş gibi “buyrun gelin” deyiverdi. Biz büyük bir coşkuyla arabaya atlayıp Çanakkale’ye doğru yola koyulduk.

  Yol, gidiyoruz lakin bitmek bilmiyor. Ali hocam’ın evine akşama doğru vasıl olduk. Hocam bizi sitenin kapısında karşıladı. Hocamla ekmek almaya gittik. Biz “hocam zahmet etmeyin sofra hazırlatmayın aç değiliz” desek de hocam sofraya buyur etti. Yemeği yedik, balkona geçtik. Hava Maraş’ın ılık yaz akşamlarından farklı değildi. Balkonda çay ve tütün eşliğinde hocamın sohbetinde bulunduk. Ali hocam Muzaffer hocamdan mülhem olacak ki evinin önünde kocaman bir havuz vardı. Bu hiçbirimizin gözünden kaçmadı. Ali hocamın muhabbetinden, hoş sohbetinden, güzel kelâmından hissemize düşeni aldık.

“KİŞİ, DOSTUNUN DİNİ ÜZEREDİR. O HALDE HER BİRİNİZ KİMİNLE DOSTLUK ETTİĞİNE DİKKAT ETSİN.” / MEHMET BOZDAĞ

(Ebû Dâvûd, Edeb 19; Tirmizî, Zühd 45)

Gurbetin zulmünden Allah rızası için sevdiğim dostlarıma sığınırım.

Dükkanımızın uzman mekteplisi Lütfi Edem'in bir hafta öncesinden İstanbul’a geleceğinden haber etmesiyle kaçak dükkân yapı inşaatına başladık. Pergelin sivri ucu her ne kadar Maraş’ta olsa da daireyi çizen ucu nerede kesişirse bizim için orası kaçak dükkandır. Gönül dairelerimiz bu kez Lütfi Edem'in gelişiyle İstanbul’da kesişecekti. Ankara’dan biri geldiğinde ona hürmet edilmesi gerektiği fikri herhalde taşralılığımızdan dolayıdır. Aman Edem rahat etsin aman bir eksik gediği olmasın diye telaşe içindeyken yaşanan zelzele hadisesiyle Allah muhafaza kaçak dükkânımız üstümüze kepecekti. Kaçak dükkanımız ihbar edildi endişesi yaşadım bir müddet. O günün gecesinde nihayet Lütfi Edem'in çalıştığı officesinde mülaki olduk. Edemin uzmanlığı sadece mektep değilmiş meğerse bin bir türlü hazırlıkla olası büyük depreme hazırlık yapmış. Ev sahibi iken bir anda misafir konumuna düştüm. Edemle 6 Şubat sonrası ev arkadaşlığı yapmış olduğumuzdan dolayı hâl diliyle anlaşmakta zorluk yaşamıyoruz. 7 tepeli şehrin sallanmasıyla yüzümüzde endişeden çok özlemin yer edindiğini Lütfi Edem de onaylayacaktır.

Fazlı ağabeyin evliya dostu Akif abi, Maraş’tayken Hasan Edem ve bana fazlı ağabeyin belediye dairesinde iştigal olduğu zamanlardan kalma bazı latif hediyeler vermişti. Hasan edeme Fazlı ağabeyin maharetli deri işçiliğinden yapılmış tütün kesesi düşerken fakire yine o mahir ellerden çıkmış deri kaplama zarif bir yağdanlık düştü (Enver başkanıma kafa işaretiyle şişenin içindeki yağı Akif abi’nin aldığını belirtmek istiyorum.). Yağdanlıkla beraber motor pistonuna benzeyen anahtarlığı da “ya nasip kimin hıssasına düşerse’’ diyerek bana emanet etti. Fakir sevinerek mis kokulu yağdanlığın dibinde kalan damlacığı üzerine başına iyice yedirip Akif Abi’nin yanından ayrıldı. Heyecanla anahtarlığın açık arttırmada kaç Amerikan doları edeceğini hesaplamaya çalışırken bir yanda da edemlere iş atıyor anahtarlığın değerini arttırmaya çalışıyordum lakin gelen teklifler sırasıyla: kelle paça çorbası, bir torba kuru tarhana, yarım kilo tütün gibi kıymeti gurbette anlaşılacak türden teklifler olunca fakir, bir torba tarhanaya anahtarlığı uzman mektepli dosta vermeye niyet etti. Emaneti teslim ettim. Avucunun içinde bir güzel sevdi anahtarlığı, emanetlice bir yere koyuverdi.

Cuma akşamı için diğer dostlarla kaçak dükkânı kurmak için sözleştik. Edem Lütfi depremi bahane ederek doğru düzgün yıkanamadığı için dükkânı kurmadan evvel hamama gitme teklifini ortaya attı yemi yutan bir ben olduğum için edemle beraber bir hamam bir tas yuğunup, kaçak dükkânımızın temellerini kurduk. Osman Emre’nin de dahiliyle gurbetin sızısına biraz olsun ara verdik. Osman Edem’in ‘’bugün kendim olarak oturduğum ilk masa bu masa oldu’’ demesinden gönül yorgunluğumuzu dükkâncılar anlayacaktır. Efendim kaçak dükkanımız böylece kuruldu. Lütfi dost ve Hasan dost Bursa’ya Cihan Abi’yi ziyarete gitme planını birkaç gün evvelinden teklif ettiler fakir ziyarete katılamayacağımı birtakım sebepleri bahane ederek reddetmiş olmasına rağmen kaçak dükkânın şevkinden olsa gerek son dakika feribota atlamış oldu. Ertesi sabah yüreğimiz yanımızda Bursa’ya doğru yola çıktık. Bursa’da gurbetliğini çeken Cihan Ağabey’in muhabbetsizlikten şişen dilini dükkân meclisi hatırlayacaktır. Böyle bir derdi çekmiş bir gönül ehlinden feribottan iner inmez sarılmayı denize karşı tütün sarmayı beklerken ‘edem ben size konum atıyorum falanca ulaşım araçlarıyla gelmeniz kolay olacaktır’’ demesine bilmem ne demeli. Ya sabır deyip yol içinde yol kat edip ‘çekirge’ ismiyle anılan yokuşlarıyla çınar ağaçlarıyla Maraş’ı andıran bir muhite vardık. Biz gelinceye kadar her taşa Fatiha okumakla mükellef olan Cihan Abi’yi tepenin başında görünce biraz söylendim. Varıp kucaklaşınca bir de çınar ağacının altında hoş bir muhabbet tutturunca yorgunluğumuzu unuttuk. Hasan Edem İstanbul’dan getirdiği ‘Ferhat sigarasını’ -ciğer şekeri diye tabirde bulunsam yanlış olmaz herhalde- Cihan Abi’ye verdi. Tıpkı Lütfi’nin anahtarlığı sevdiği gibi paketi okşadı nazikçe naylon poşetinden çıkartıp bize de ikramda bulundu. Cihan abi bizimle yürümek istediği rotayı ardı ardına sıralayıp planını anlattı falanca türbe falanca çayhane falanca çarşı Pazar derken Lütfi Edem eli arttırıp “Çanakkale’ye gidelim Ali Hocam’ı ziyaret edelim’’ yalvarışıyla Cihan Abi’nin rotası sönük kaldı. Arayıp Ali Hocam’dan müsaade istedik ‘‘Tabii buyurun müsaittim’’ sözü üzerine hemen yola revan olup Çanakkale yolunda bulduk kendimizi.

(hatıranın buradan sonrasını paraynan anadırım efendi!.)

ÇANAKKALE YOLUNA VURDULAR BENİ / MUSTAFA CİHAN ALLİŞ

Cihan Gurbeti-1

Bursa-Çanakkale

Ankara’da okuyup çalışan, bana fütüristik ama kadim hayaller kurduran dost, Lütfi Engizek arayıp “Abi ben İstanbul’dayım. Hasan ve Bozdağ ile Bursa’ya geliyok ha! Osman Emre yok.” demişti. Bursa’da yaşamaya başladığım günden beri dağınık duraklar hâlinde yürünmeyi bekleyen; Dobruca’dan başlayıp Çekirge’nin en yüksek sokaklarında dolaşarak 1. Murat Hüdavendigar’ın kabrine ulaştıktan sonra Muradiye üzerinden Emir Sultan Hazretin ziyaretine kadarki Eski Bursa’nın büyük bir kısmını içeren en az 8 kilometrelik bol Fatihalı ve bol yokuşlu güzergâhın tamamlanmasını sağlayacak kuvvet ve bahaneyi bulmuştum. “Evvel refîk, bâde’l tarîk.” diyerek Lütfi, Hasan Bazı ve Mehmet Bozdağ ile yarenlik edip yürüyecektik. 4 dostun hasreti ve muhabbeti yola katılınca en az 8 kilometrelik yol, dost hesabıyla en fazla 2 kilometre gibi hissettirecekti.

Dostlar 11.45’te Mudanya’ya ineceklerini, oradan da çarşıda münasip bir yerde hasret giderip dolaşabileceğimizi haber edince feribotları 3 gündür depremle çalkalanmaya devam eden denizin ortasındayken kendimi Süleyman Çelebi Hazretleri’nin kabrinde buldum.

“Ezelde aşk vardı. Demek ki kâinat aşk üzere, dostluk üzere hâlk edilmiştir.” diyen merhum Fethi Gemuhluoğlu’ndan, her telefon açtığımda Süleyman Çelebi Hazretleri’ni ziyaret edip etmediğimi yoklayan, dostluğun tecessüm etmiş hâli Mehmet Yaşar Ağabey’den ve merhumun Habibullah’a olan muhabbetinin 7 asrıdır daha nice muhabbetlere de vesile olmasından hareketle, sayısız dostluk mabetlerinden biri olarak ilan ettiğim sekiz sütunlu kabrin etrafında epey bir dolandım. Akif Şen, Ahmet Eralp ve Mehmet Ağabeylerin selamlarını dil ve kalp ile teslim ettim. Kabrin başından telefonla Akif Ağabey’e bağlanarak etraf bilgisini, anayol üzerinde ağaçlık bir alanda tek başına olduğunu kısaca kabrin zahiren nasıl göründüğünü tasvir edip göremediğim taraflarını Akif Ağabey’in anlatmasını bekledim. “Nasıl bir mübarekse dakikada 1 Fatiha alıyor en az.” diyerek küçük sırlarından birini fakire armağan etti. Yoğurtçu Baba türbesinin de burada olduğunu duyup “Vayh, yoğurtçuluğu da kaptırdık.” diye sokranınca, bilmiyorum hangi zât için, “Tarhanalık Yoğurtçu Baba” isminde karar kıldık.

Dostların gelmesine henüz vardı. Dağınık duraklı güzergâhımın başlangıç noktasına doğru yürüyüp Hüdavendigar Camii’nin avlusundaki çaycıda beklemeye başladım. Çınarların altından Bursa manzarasını seyrederken yolun alt tarafında kan ter içinde, nefes almakta zorlanan ama ellerindeki sigaraları atmayan, üzerlerindeki kıyafetleri çıkara çıkara bir kucak dolusu esbapla buraya kükürtlü suda çamaşır yıkamaya gelmiş gibi görünen dostları gördüm. Son köşeyi dönmüş olmanın verdiği heyecanla yokuşu tırmanabildiklerinde çok şükür sarıldık. Maraş’ın yokuşlarında doğup büyüyüp oynamış ve 7 tepeli şehirden gelen dostlar ilk yokuşta bitap hâlde yığılıp kalmıştı.

Dostlar beden yorgunluğundan mülhem soluklanırken ben gurbetin bir dostu görene kadar kendini belli etmeyen tesrilerinin her merhalesini tekrar tekrar yaşıyor, “gevezelik” “hatıra” ve “aleyh” dediğimiz eczanın kapılarını zorluyordum. Çaya, tütüne ve dile, hatıraya bulanmışken yavaş yavaş güzergâhtan bahsetmeye başladım. Osman Gazileri, Orhan Gazileri, Üftâde Hazretleri’ni ve yol üzerindeki çeşit çeşit evliyayı, babayı, dedeyi, tekkeyi, dergâhı saydıkça dostlar sandalyelerinden aşağıya doğru kaymaya başladılar. Özellikle Mehmet Bozdağ’ın sanatçı kişiliğine hitaben, bu kadar ismin üzerine Allah affetsin, Zeki Müren’i de saymama rağmen dostların yere kadar kaymalarına engel olamadım. İskender teklifinde nispeten canlanır gibi olsalar da buradan Muradiye’ye kadar bile muradıma eremedim.

En sonunda Lütfi ve Hasan bir süredir Çanakkale’de ikâmet eden Ali Hocam’ı ziyaret fikrini aşkla, şevkle, gençlik, talebelik, dostlukla cebren ve hile ile aşama aşama bize kabul ettirdiler. “Medfun olan zevat zaten duruyor.” diyerek önce Ali Hocam’ı aramak cesareti sonra hızlı bir araç, yol, güzergâh hesabı derken Ali Hocam’ın ikinci cümlede “Tabii buyurun, kaçta burada olursunuz?” demesiyle öğlen vakti kendimizi Çanakkale yolunda bulduk.

İnsana yüzmeyi unutturacak derinlikte denizler, yolunu yitirtecek yücelikte dağlar, yürürken havada parende attıracak hâller vardır. Çok şükür Ali Hocam bize aklımızı yitirtmeden muhabbetinin en tatlı yerlerinden; belki dede belki öğretmen belki en çok da gurbette bir dost taraflarından ikram etti.

“Hangi birini anlatayım Ahmet Abi?”

(Hatıranın buradan sonrası, Ali Hocam’ı nasıl anlatacağımı bilemediğimden Ahmet Abi’ye hitaben anlatılmış/yazılmıştır.)

 “Muzaffer Hocam’ın bizden birini bağa amele olarak almasındansa bir robot alacağından başlayıp Narlı Hoca’nın masasında 20-25 tane çakmak görüp aralarında kendi kayıp çakmaklarınızı da bulmanıza kadar bağlamlı ya da bağlamsız her şeyi konuştuk. Her başlığın bağlamı muhabbet, her muhabbetin bağlamı Ali Hocam’ın Çanakkale’deki balkonunda oturuyor olmamızın coşkusu oldu.

Siyasete giren dostların rejimle ve rejimin gerektirdiği, sizin alanınız olan, bazı ideoloji ve şahıslarla barışmaması gerektiğinden, cumhuriyetten sonra kelimelerimizdeki hâkimiyetimizi bile yitirmemizden, kelime bazında bile Allah’la aramıza girmeye çalışmalarına gelip buna sebep olan son yüzyılın eski ve yeni pozitivist adamlarını kendi hâllerine bıraktık Ahmet Abi.

İslam’da cahil sıfatının Allah’tan, İslam’dan haberi olmayan yahut inkâr edene verilmesinden bahisle Ali Hocam’ın, ülkeyi belki dünyayı yöneten, bilimsel üslubu ile kendisini üstün sayan cehaletin modern çocukları karşısında biz gençlerin bezgin hissetmemesi ikazından sonra Kur’an-ı Kerim’i nefsine indirgeyip aynı bilimsel tavırla anlamaya çalışan meâlcilik gafletindeki Müslümanların Ali Hocam tarafından trafikte ters yöne girip herkesi ters yöne girmekle suçlayan Laz’a benzetilerek, yüreğime ağır gelen bu başlığı bağlamasıyla oldukça gülüştük Ahmet Abi.

Üdeba’nın öğretmenliğinden, Enbiya’nın düğününden, Hasan’ın askerliğinden, Ensar’ın siyasi avukatlığından, Mehmet Yaşar’ın siyasete girmemesinden, Ali Hocam’ın Maraş’a ne zaman yerleşeceğinden… bahsettik de bahsettik Ahmet Abi.

Hesabı nasıl verilir, size nasıl anlatılır bilmiyorum ama Ali Hocam ile aynı yüzyılda ve topraklarda yaşıyor olmamız üzerine bir de Ali Hocam’ın bizi tanıyor olması yetmezmiş gibi Hocam’ın elleriyle bize seccade sermesini, sofra kurmasını ve çay doldurmasını da bu vebal ve sorumluluğun üzerine ekledik. Hocam sofrasını kurdu, sizin kadar olmasa da herkes hıssasına düşeni aldı Ahmet Abi.

Allah yüreğinizden, Ali Hocam’dan, Savaş Hocam’dan, Muzaffer Hocam’dan, sizden, dostluğunuzdan ve dostlarınızdan razı olsun.”

4 dost, Ali Hocam’a sarılıp tüm bâtını ve zahiri hüznümüze katık ederek gece vakti Bursa’ya doğru yola çıktık. Fazlı Bayram ve Şahin Aslan’ın dükkân türküleri eşliğinde hatıralara, kitaplara, yarenliklere yolu tamamlatıp eve ulaştık. Dostlar birkaç saat evde kedi sevip istirahat ettikten sonra da ilk feribota yetişmek için Mudanya’ya vardık. Beni gurbet elinden kurtarıp Ali Hocam’a kavuşturan Bozdağ’a, Hasan Bazı’ya, Lütfi’ye bin yıllık bir minnetle sarılırken Osman Emre’ye de kendi üslûbumuzca el sallamayı ihmal etmedim.

26 Nisan 2025



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder