“Her insanın bir günahı olmalı, Allah’a yaklaştıran!”
Raci bunu duyduğunda birden irkildi bir o kadar da
Aynalı dedenin böyle bir cümleyi kurmuş olması onun olaylara bakış açısını
değiştirmişti. Aynalı dede ondan iflas etmiş bakkallar gibi olmasını değil uzun
zincirlerle birbirine bağlanmış, geleceğe yön veren işler yapmasını istiyordu.
Her ne yaşanırsa yaşansın bugün, yarın için dün olacaktı ve bugün yepyeni
adımlarla ilerlemeliydi. Anı dolu dolu yaşayarak yürüdüğü gibi yollar hiç
bitmemeli ve kendisi de yoruldum dememeliydi.
Aynalı dede önündeki kor ateşte madeni eritirken,
Raci ceplerinden Firuze taşlarını çıkarıp sağ elinden sol eline tek tek sayarak
vermeye başladı. Her seferinde sol elinde toplanan taşlar sağa geçerken sağdan
sola bir dengeyi andırır misali Raci bir terazi, taşlar tek bir dengeydi karşısında.
Birden Nurullah Genç’in Rüveyda şiiriyle bütünleştirdi bu anı…
“Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni,
Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni…”
“Raci, elindeki taşlar kaç tane?” diye sordu Aynalı
dede…
“Otuz üç tane…”
“Neden otuz iki, otuz dört değil de otuz üç? Bir
eksik, bir artı neyi değiştirir ki?” diyerek elindeki madene şekil vermeye
çalışan Aynalı dede, ateşin alevinden madeni biraz uzaklaştırdı. Raci bu
sorunun karşısında bu hali, maden için bir eksiklik olarak nitelendirdi
elindeki taşları da sol eline bir tanesini eksik olarak aktardı. Madenin bu
halini tarif etmek için önce maden olmalıydı ama onun ellerindeki taşların
sesinden bir tanesi eksikti ve denge bozulmuştu. Bu sefer Aynalı dede elindeki
madeni kor ateşte biraz fazla tuttu ve maden haddinden fazla eridi neredeyse
maden, ateşin içinde kaybolacaktı, Racinin elinde tam otuz üç tane taş varken
Aynalı dede yerden bir taş alıp onu Racinin avuçlarına bıraktığında yine denge
bozuldu ve taşların ilk sesindeki uyumdan farklı bir tını geldi kulaklarına.
Her şeyin bir taşıma kapasitesi vardı ve denge her
daim olmalıydı, istenilen sayıda…
Raci, elindeki otuz üç Firuze taşına uzun uzun
baktıktan sonra Aynalı dedeyi seyre daldı. O, kor ateşte elindeki altın
madenini önce inceltti sonra da itinayla iki noktayı birbirine dokundurarak
şekillendirmeye çalışırken bir yandan da ruha ses veren neye üfler gibi
nefesiyle soğutuyordu. Raci, Aynalı dedenin gençliğine o kadar çok benziyordu
ki adı sanki onun geleceğinde yaşayacak ve onunla yaşayan bir ömrü olacaktı.
“Raci, sağ elinde ritimle saydığın ilk taşı bana
verir misin?” dedi Aynalı dede…
Raci, meraklı bakışlarla Aynalı dedenin eline
verirken taşı dengesinin bozulduğunu düşündü ama uydu bu emre… Peki, dedi ve
uzattı onun altın kokan ellerine…
Bu Firuze taşlarını Raci’ye Aynalı dede ilk
tanıştığı gün vermişti. Verirken sıkı sıkıya tembih etmişti…
“Bu taşlar o kadar kıymetli ki yanından ellerinden
hiç ama hiç ayırma, bu senin dengen!”
Aynalı dede elinde şekil verdiği altını bir halka
yapmış iki uzak noktayı bir hamlede birleştirmiş ve nakış nakış işlediği bu
madenin tam ortasına da Firuze taşını usulca bırakmıştı.
“Raci, dengede olmak ister misin?” diye baktı
Aynalı dede, Racinin gözlerine …
“Elbette, her insan gibi ben de dengede olmak
isterim…” dedi Raci.
Sanki tüm kontroller, Aynalı dedenin kalbinden bu
Firuze taşlı yüzüğe akmıştı. Aynalı dede, yüzüğü Raciye uzatırken onu bu sefer
de sıkı sıkı tembihledi.
“Bu yüzüğü seni dengelemesi için Zümrüd-ü Anka’ya
kendi ellerinle vermeni istiyorum. O senin tek taşın, sen de onun son doksan
dokuzuncu taşı olasın!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder