TAŞLARA DOKUNAN SESLER-III / Hidayet BAĞCI



“Her insanın bir günahı olmalı, Allah’a yaklaştıran!”

Raci bunu duyduğunda birden irkildi bir o kadar da Aynalı dedenin böyle bir cümleyi kurmuş olması onun olaylara bakış açısını değiştirmişti. Aynalı dede ondan iflas etmiş bakkallar gibi olmasını değil uzun zincirlerle birbirine bağlanmış, geleceğe yön veren işler yapmasını istiyordu. Her ne yaşanırsa yaşansın bugün, yarın için dün olacaktı ve bugün yepyeni adımlarla ilerlemeliydi. Anı dolu dolu yaşayarak yürüdüğü gibi yollar hiç bitmemeli ve kendisi de yoruldum dememeliydi.

Aynalı dede önündeki kor ateşte madeni eritirken, Raci ceplerinden Firuze taşlarını çıkarıp sağ elinden sol eline tek tek sayarak vermeye başladı. Her seferinde sol elinde toplanan taşlar sağa geçerken sağdan sola bir dengeyi andırır misali Raci bir terazi, taşlar tek bir dengeydi karşısında. Birden Nurullah Genç’in Rüveyda şiiriyle bütünleştirdi bu anı…

“Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni,

Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni…”

“Raci, elindeki taşlar kaç tane?” diye sordu Aynalı dede…

“Otuz üç tane…”

“Neden otuz iki, otuz dört değil de otuz üç? Bir eksik, bir artı neyi değiştirir ki?” diyerek elindeki madene şekil vermeye çalışan Aynalı dede, ateşin alevinden madeni biraz uzaklaştırdı. Raci bu sorunun karşısında bu hali, maden için bir eksiklik olarak nitelendirdi elindeki taşları da sol eline bir tanesini eksik olarak aktardı. Madenin bu halini tarif etmek için önce maden olmalıydı ama onun ellerindeki taşların sesinden bir tanesi eksikti ve denge bozulmuştu. Bu sefer Aynalı dede elindeki madeni kor ateşte biraz fazla tuttu ve maden haddinden fazla eridi neredeyse maden, ateşin içinde kaybolacaktı, Racinin elinde tam otuz üç tane taş varken Aynalı dede yerden bir taş alıp onu Racinin avuçlarına bıraktığında yine denge bozuldu ve taşların ilk sesindeki uyumdan farklı bir tını geldi kulaklarına.

Her şeyin bir taşıma kapasitesi vardı ve denge her daim olmalıydı, istenilen sayıda…

Raci, elindeki otuz üç Firuze taşına uzun uzun baktıktan sonra Aynalı dedeyi seyre daldı. O, kor ateşte elindeki altın madenini önce inceltti sonra da itinayla iki noktayı birbirine dokundurarak şekillendirmeye çalışırken bir yandan da ruha ses veren neye üfler gibi nefesiyle soğutuyordu. Raci, Aynalı dedenin gençliğine o kadar çok benziyordu ki adı sanki onun geleceğinde yaşayacak ve onunla yaşayan bir ömrü olacaktı.

“Raci, sağ elinde ritimle saydığın ilk taşı bana verir misin?” dedi Aynalı dede…

Raci, meraklı bakışlarla Aynalı dedenin eline verirken taşı dengesinin bozulduğunu düşündü ama uydu bu emre… Peki, dedi ve uzattı onun altın kokan ellerine…

Bu Firuze taşlarını Raci’ye Aynalı dede ilk tanıştığı gün vermişti. Verirken sıkı sıkıya tembih etmişti…

“Bu taşlar o kadar kıymetli ki yanından ellerinden hiç ama hiç ayırma, bu senin dengen!”

Aynalı dede elinde şekil verdiği altını bir halka yapmış iki uzak noktayı bir hamlede birleştirmiş ve nakış nakış işlediği bu madenin tam ortasına da Firuze taşını usulca bırakmıştı.

“Raci, dengede olmak ister misin?” diye baktı Aynalı dede, Racinin gözlerine …

“Elbette, her insan gibi ben de dengede olmak isterim…” dedi Raci.

Sanki tüm kontroller, Aynalı dedenin kalbinden bu Firuze taşlı yüzüğe akmıştı. Aynalı dede, yüzüğü Raciye uzatırken onu bu sefer de sıkı sıkı tembihledi.

“Bu yüzüğü seni dengelemesi için Zümrüd-ü Anka’ya kendi ellerinle vermeni istiyorum. O senin tek taşın, sen de onun son doksan dokuzuncu taşı olasın!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder