BATI TANRISIZ BİR MAĞARADIR / Ahmet Doğan İlbey


Âmâ üstadım Cemil Meriç, Tanzimat’tan günümüze kadar Batı’nın düşüncelerinden gözleri kamaşan “Türk intelijansiyası”nın zihniyetini “Mağara” ya benzetiyor ve bu düşüncelerin müstağriblerine de “Mağaradakiler” diyordu.

“Mağaradakiler” bu ülkeye yüz elli yıldır “Mağaranın” karanlığını, yâni Avrupa’nın düşüncelerini, Allah’a inanmayan filozofların felsefelerini taşıyarak, dört nesil mekteplinin dimağını zehirlediler.

Ona göre, vahiyden kopuk mağaranın içi de dışı da birdir. Maddeleşmiş Avrupa’nın inançsız idea’lar dünyasıdır. Batılılaşmış insanlar için kullandığı “Mağaradakiler”in zihniyetini Platon’un mağara teşbihiyle târif eder:

Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden itibaren mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını arkaya çeviremeyen bu insanlar mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvardan, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini görmektedirler. İçlerinden biri kurtulur. Dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girerek gördüklerini atlatmaya başlar. Duvara yansıyan gölgelerin gerçek olmadığını içeridekilere inandıramaz. İçeridekiler zincirlere bağlı olduklarını fark edemezler. Gerçeği değil, yansımaları görürler.(Mağaradakiler)

BATI’NIN İDEOLOJİK MAĞARALARI

Bu mânada mağara hakikate ulaşmayı engelleyen ideoloji ve düşünceleri sembolize eder. Mağaraya zincirlenmiş insan bu anlayışın parçasıdır. Bu mânada mağara Allah’ın ahkâmından kopuk dünyâ demektir. Allah’ın varlığını reddeden, maddeci aydınlanma görüşünün dünyâ tasavvurudur. Hakikatlerin ışığını değil, Allah’ın âyetlerine muarız olan sahte hakikatleri yansıtır. Nûrun değil, karanlığın, yâni materyalist düşüncenin ve kendi insanından kopanların mekânıdır.

Din ve insan rabıtası yoktur bu mağarada. Gözlerini hakikate, yâni ışığa kapatan aydınların, âmâ üstadın ifadesiyle Türk intelijansiyasının sığınağıdır. İnkârdan doğan materyalist ve pozitivist aydınlanmacı mağaradır. Descartes’den Marks’a, Sartre’den Camus’a kadar Batının “Tanrısız” filozoflarının mağaralarıdır bunlar.

Böyle olduğunu Sezai Karakoç’un “Mağara” târifinden anlıyoruz. Ona göre “Mağara” Batı’nın Mutlak Hakikat’ten koptuktan sonraki maddî ve metafizik olarak gölgenin ve sahtenin mekânıdır:

“Soluk alır bir nesne bulamadım / Bir gün daha öldü / Ey Batı’daki mağaralar / Beni afyonunuz bağlasaydı da / Uyusaydım / Bu katı bu sert kente gelmeseydim.”

SEKÜLER MAĞARA AYDINLARI

Sözün sadedi; bu ülkenin insanları tanrısız ithal mağara aydınlarından çok çekti. Bir başka mağara da var ki, maddeci ve vahyin muarızı değil, fakat Allah’ın hakikatleriyle irtibatında zayıflık olan benlik ve indî düşünce mağarasıdır bu. Müdâvimleri çokça entelektüeller, sanatçılar ve şairlerdir ki kendi mağaralarında trajiktirler. Mutlak hakikatin önünü kapatan, derûnlarını meşgul eden mağaralarında oyalanıp kıvranırlar ve ulvî mağaraya iltica edemezler.

Bu ülkede nice düşünce adamının, şair ve münevveranın İslâmî tefekkür ve sanatla tevhid olamamış kendi seküler mağaralarında yaşadıkları acı bir gerçek.

Hülâsa; herkesin ulvî ve ulvî olmayan bir mağarası var. Fakat Batı’nın “tanrısız” mağaralarında yaşayanlar bu mağaralardan çıksınlar! Batı’dan ithal ve taklit edilmiş mağaralar bizim tefekkür ve muhayyilemizin neşv ü nema bulacağı mağaraları değildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder