Âmâ üstadım Cemil Meriç,
Tanzimat’tan günümüze kadar Batı’nın düşüncelerinden gözleri kamaşan “Türk
intelijansiyası”nın zihniyetini “Mağara” ya benzetiyor ve bu düşüncelerin
müstağriblerine de “Mağaradakiler” diyordu.
“Mağaradakiler” bu ülkeye yüz
elli yıldır “Mağaranın” karanlığını, yâni Avrupa’nın düşüncelerini, Allah’a
inanmayan filozofların felsefelerini taşıyarak, dört nesil mekteplinin dimağını
zehirlediler.
Ona göre, vahiyden kopuk
mağaranın içi de dışı da birdir. Maddeleşmiş Avrupa’nın inançsız idea’lar
dünyasıdır. Batılılaşmış insanlar için kullandığı “Mağaradakiler”in zihniyetini
Platon’un mağara teşbihiyle târif eder:
Bazı insanlar karanlık bir
mağarada, doğdukları günden itibaren mağaranın kapısına arkaları dönük olarak
oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını arkaya çeviremeyen bu insanlar mağaranın
kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvardan, kapının önünden
geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini görmektedirler.
İçlerinden biri kurtulur. Dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve
tekrar içeri girerek gördüklerini atlatmaya başlar. Duvara yansıyan gölgelerin
gerçek olmadığını içeridekilere inandıramaz. İçeridekiler zincirlere bağlı
olduklarını fark edemezler. Gerçeği değil, yansımaları görürler.(Mağaradakiler)
BATI’NIN İDEOLOJİK MAĞARALARI
Bu mânada mağara hakikate
ulaşmayı engelleyen ideoloji ve düşünceleri sembolize eder. Mağaraya zincirlenmiş
insan bu anlayışın parçasıdır. Bu mânada mağara Allah’ın ahkâmından kopuk dünyâ
demektir. Allah’ın varlığını reddeden, maddeci aydınlanma görüşünün dünyâ
tasavvurudur. Hakikatlerin ışığını değil, Allah’ın âyetlerine muarız olan sahte
hakikatleri yansıtır. Nûrun değil, karanlığın, yâni materyalist düşüncenin ve
kendi insanından kopanların mekânıdır.
Din ve insan rabıtası yoktur bu
mağarada. Gözlerini hakikate, yâni ışığa kapatan aydınların, âmâ üstadın
ifadesiyle Türk intelijansiyasının sığınağıdır. İnkârdan doğan materyalist ve
pozitivist aydınlanmacı mağaradır. Descartes’den Marks’a, Sartre’den Camus’a
kadar Batının “Tanrısız” filozoflarının mağaralarıdır bunlar.
Böyle olduğunu Sezai Karakoç’un
“Mağara” târifinden anlıyoruz. Ona göre “Mağara” Batı’nın Mutlak Hakikat’ten
koptuktan sonraki maddî ve metafizik olarak gölgenin ve sahtenin mekânıdır:
“Soluk alır bir nesne bulamadım /
Bir gün daha öldü / Ey Batı’daki mağaralar / Beni afyonunuz bağlasaydı da /
Uyusaydım / Bu katı bu sert kente gelmeseydim.”
SEKÜLER MAĞARA AYDINLARI
Sözün sadedi; bu ülkenin
insanları tanrısız ithal mağara aydınlarından çok çekti. Bir başka mağara da
var ki, maddeci ve vahyin muarızı değil, fakat Allah’ın hakikatleriyle
irtibatında zayıflık olan benlik ve indî düşünce mağarasıdır bu. Müdâvimleri
çokça entelektüeller, sanatçılar ve şairlerdir ki kendi mağaralarında
trajiktirler. Mutlak hakikatin önünü kapatan, derûnlarını meşgul eden
mağaralarında oyalanıp kıvranırlar ve ulvî mağaraya iltica edemezler.
Bu ülkede nice düşünce adamının,
şair ve münevveranın İslâmî tefekkür ve sanatla tevhid olamamış kendi seküler
mağaralarında yaşadıkları acı bir gerçek.
Hülâsa; herkesin ulvî ve ulvî
olmayan bir mağarası var. Fakat Batı’nın “tanrısız” mağaralarında yaşayanlar bu
mağaralardan çıksınlar! Batı’dan ithal ve taklit edilmiş mağaralar bizim
tefekkür ve muhayyilemizin neşv ü nema bulacağı mağaraları değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder