Üstadlar, “sorulunca konuşun”
demişler. Gönlüme sürur geldikçe çokça kullandığım “Dükkân” yahut “Cuma Kapısı”
ifadelerinin ne mânaya geldiğini soranların sayısı artınca anlatmak vâcib oldu.
“Aşıksızları gördüm ise, yolda
kaldı / O sebepten aşk dükkânını kurdum ben işte” diyen Ahmet Yesevi Hazretleri
gönül alışverişine çıkanlar için gönlünü ve dergâhını “aşk dükkânı” yapmış. Bu
sebeptendir ki dükkân kelimesi nezdimizde muteberdir.
Herkesin gittiği bir dükkân
vardır elbette. Alıp satılan şeyler farklı. Her dükkânda cem olunmaz, gönül
alınıp satılmaz. Bu dükkân neresidir? Avamın dükkânı bakkal, kasap türündendir.
Meselâ, Üsküdar'da bir "Attâr Dükkânı" vardı. Okuyanlar bilir ki
orası âriflerin sohbet edip gönüllere şifa dağıttıkları bir dükkândı.
“Her dükkânın ayrı bir sanatı ve
kârı vardır. Mesnevî yokluk dükkânıdır oğul. Kunduracıda deri olur. Terzide
kumaş olur. Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada tevhidden başka ne görürsen
puttur” diyen Hz. Mevlânâ’nın dükkân târifi bizim boyumuzu aşar, fakat dükkân
fikrimizin en temel ölçülerinden biridir.
Şiirlerimizde gönül dükkâna da
benzetilir. Bu mânada dükkânın merkezinde bir ehl-i dil, yâni bir ârif kişi
vardır. Dolayısıyla böyle bir dükkânın mânevî merkezi ârif kişinin gönlüdür, gönlünden
sâdır olanlardır. Dükkânı halkın ihtiyacı olan mal ve eşyanın satıldığı bir yer
olarak bilenler dükkânı bu mânada bilemezler.
“CEVAHİR BAHŞEDEN DÜKKÂNI BULUN”
Erbabının şerhlerinden
öğrendiğimize göre gönül dükkânı nefsi temizlemekle açılır. Kibir ve kin bu
dükkânın kilididir. Bu kilidi kırıp açmak gerek.
Ulularımızdan Emir Sultan
Hazretlerinin dediği dükkânı açıp bulanlar elbette bahtiyardır. “Açılmış
dükkânlar kurulmuş pazar / Canlar mezad olmuş tellalda gezer / Oturmuş ümmetin
beratın yazar / Cevahir bahşeden dükkânı buldum.”
Allah dostlarının dediği üzere
cevahir bahşeden dükkânı bulmak lâzım. Fakir gibi daha ham olanlara şimdilik
fikir ve gönül tâlim ettiren dükkân yetiyor. Anlatmak istediğim bu dükkândır.
Dükkânda birkaç zaman eğleşip
sohbetlere dâhil olunca, yüzünüze karşı demezler ama kendiliğinden doğan bir
sual içinizde kıvranmaya başlar: Fikir mi, gönül mü, yoksa ikbal mi istemeye
geldin?
Dükkân ehlinin diline vâkıf
olduysanız “fikir ve gönül” dersiniz. “Fikrin ve gönlün tâlibiyim” dediğinizde
dükkânda bahtınız açıktır, seyr ü sülûkunuz devam ediyordur. Fikir ve gönül
tâlimine tâlib değilseniz bir müddet sonra kendiliğinizden uzaklaşırsınız.
Müdavimler Bir Hocam’ın
tâlipleri, yâni talebeleridir. Bir talebeye, “Dükkâna geleli kaç yıl oldu?”
diye sorarsanız, vaktinin dolup mezun edileceği endişesiyle, intisap ettiği
günden çok sonraki bir tarihi söyler ki Bir Hocam’ın (Bir Hocam iki kişidir)
irşad ve sohbetinden istifadesi kesilmesin. Bundandır ki, Dükkânda mezuniyet
yoktur.
Sâdık müdâvim olanların gönül
kilidi dükkânda açılmış, kendim de dâhil ham gelip sabredenler dükkânda
pişmiştir. Kiminin nasibine ilim ve şiir, kiminin nasibine gurbet ve dükkân
bekçiliği düşmüştür bu mekânda.
KÂRDAN ZİYANDAN GEÇİLEN DÜKKÂN
Fikir ve gönül dükkânı
müdavimlerinin gayeleri Yunus Emre Hazretlerinin “Canlar canını buldum, bu
canım yağma olsun / Assı ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun” sözünün
istikâmetinde yürümektir.
Yürüyebilirler mi, muradlarına
erebilirler mi? Allah bilir. Elbette bu mânada “Dükkânını yağma etmek” herkesin
harcı değil. Çünkü tasavvufta “Dükkân” beden, nefis ve can mânasına gelir.
“Dükkânım yağma olsun” sözü nefs-i emarenin, yâni bedenin Allah aşkı
yolunda heba olmasını istemenin cezbeli hâlidir.
“Assı ziyandan geçmek” yâni
kârdan ziyandan geçmek için bir mürşid-i kâmilin dizi dibinde tâlim etmek
gerek. Tasavvufta kâr-ziyan, dünyada kazandığı her şeyden vazgeçip nefis
perdesini kaldırarak Allah aşkına ulaşmak isteyen dervişin bir mürşid-i kâmile
biat etmesi, yâni onunla alışverişe girmesi ve nefsî varlığını atarak aşkla
dolu gönlünü verip karşılığında mânevî değerler kazanmasıdır.
Gönülden ve muhabbetten vermeden
olmaz. Zâhirî mânada nasıl karşılıksız bir şey alınmıyorsa mânevî âlemde de
karşılıksız bir şey alınmaz. Yunus Emre Hazretlerinin söylediği mânada
kardan-ziyandan geçmek şüphesiz çok derin bir seyr u sülûk ve amel işidir,
haddimiz olamaz. “Al gider benden benliği / doldur içime Senliği” demek gerek.
ALIŞVERİŞİ FİKİR VE GÖNÜL OLAN
DÜKKÂN
Ali Yurtgezen hocanın “Aşk
Olsun!” yazısındaki Şemseddin Sivasî Hz. lerinin “Dükkân-ı anâsırda ettirme
sivâ bey’in / Kurtar beni hüsrândan bâzârımı aşk eyle” mısralarının şerhi,
dükkân kelimesine yüklediğimiz mânayı anlamamızı kolaylaştırıyor:
“Yâ Rab! (Beden denilen şu)
unsurlar dükkânında alışverişimi aşk eyle. (Senin aşkından) başka şeyleri alıp
sattırma. (Böylece) beni zarara uğramaktan kurtar.”
Bu şerh, fikir ve gönül tâlimi
için bulundukları mekâna “Dükkân” diyenlerin maksadını ve duruşlarını tam
tamına ifade ediyor. Dükkânın maksadı makam, mevki ve dünyalık ikbâl değil,
muhabbettir. Dükkâncılar birbirine muhabbet eder. Dükkânlarını gönül evine
çevirerek kar ve zarar düşünmezler. Her şeylerini yağma ederek varlıklarını
Hakk’a vermek, yâni ”bedenden” vazgeçip “ballar balını bulmaktır” gayeleri.
Çünkü, “Bu dükkân’da yalnızca
fikir ve gönül alışverişi olur, başka şeyler alınıp satılmaz” diyerek
çıkmışlardır yola. Yunus Emre Hazretlerinin sözüyle “Virdi birlikden şarab
kıldık dükkânı harab / cümlesini terk ettik assı ziyanımızı” demeye niyet
etmişlerdir.
Ehli bilir ki “şarap” tasavvvufta
“ ilahî aşk ve âb-ı hayat” mânasındadır. Dükkân ehli haddini bilerek kendisini
“âb-ı hayat” mertebesinde görmez, bu seviyeyi menzil bilir ve bu gaye için
Allah yolunda fikir ve gönül tâlimi yapar. Dükkân bir beden iken aşka, yâni
hakikate götüren “şarap” olmuştur. Bu mânada dükkâna şarap içilen meyhâne de
denilebilir. İçilen şarap fikir ve mâna şarabıdır.
Dükkânımıza “Cuma Kapısı” da
denildiği için bu suali de sarahate kavuşturalım. Cuma, Kur’an-ı Azimmüşşan’dan
hediye bir kelime. Toplanma, bir araya gelme, cem olmadır ki, buna toplu
dostluk mânasını da katalım. Dinimizde Cuma gününün bir bayram olduğu
buyrulduğundan, Dükkânda Cuma akşamları cem olunduğundan Cuma Kapısı da
denilmektedir.
Bir dükkâncı için “Cuma Kapısı bu
hafta açıktır…” haberi en sevindirici haberdir. Çünkü gönüllerde dem olmuş dost
hasreti o gün vuslata erecektir. Bir dükkâncı için Cuma Kapısı’nın açık
olmaması hayra alâmet sayılmaz ve o gün gönüllere zifiri karanlık ve elemlerin
düştüğü gündür. Cuma Kapısı maddî mekân olarak kapansa da meşk edilen tâlim
gereği gönül kapıları kapanmaz. Cuma Kapısı’nın “sırlanması”, yâni vaktinin
dolup kapanması bilgisi dükkânın bâni ve efendisi “Bir Hocam’a” aittir.
HÂSIL-I KELÂM; BİR BÖLÜK
DÜKKÂNCIYIZ…
İşte bu dükkânın vasfı ve
vazifesi budur. Birinci kuşak için dükkân, fikir ve gönül, türkü ve hüzün,
sohbet ve yârenlik arasında geçen bir ömürdür.
Her kim ki fikirli ve gönlü
cezbeli değil, bu dükkâna lâyık değildir. Böyle bir dükkâna, “Bir derdim var
bin dermana değişmem” diyenler, din ü millet ve fikir sancısı olanlar gelir.
Hâsıl-ı kelâm, bir bölük
dükkâncıyız, fikir ve gönül tâlim ederiz. Âliyyülâlâ bir dükkâncı olmak dünyada
bir saadet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder