Ey
azizan!
Fakir,
postadan gelen zarflı mektupları çok sever. “El yazısıyla yazılmış mektup çağı
çoktan kapandı. Elektronik msn’ler, twittir’ler, face’ler zamanındayız artık”
dediğinizi duyar gibiyim.
Fakir
eski zaman adamıdır. Zarfla gelen el yazılı mektupların ruhu, gönlü ve
mahremiyeti var. Yazanın gönül teri ve kalbî emeği sinmiştir. Twitter ve
face’ler modern ve seküler resepsiyonlara ve âmâ üstadım Cemil Meriç’in
sözleriyle, birbirinin mahremiyetini, bacadan evin içini dikizleyen Batı’nın
romanlarına benziyor, mahremiyet yok. Herkes sizi görüyor ve dinliyor. Yetmiş
iki buçuk karakter ve zihniyetteki insanlar iki kişinin hâlleşmesini,
mektuplaşmasını, bazıları mütecessis, bazıları da sûi ve süfli kulaklarıyla
dinliyor.
Hâsılı,
içi ve dışı kişinin el yazısıyla yazılmış ve zarfa konmuş mektup geleneği
internet ve dijital muhaberat karşısında yenik düştü. Gönlünden damıttığı
sözleri kendi kalemiyle yazmanın değerine inananlar buna çok üzülmelidirler.
Sadede
geliyorum. Fakir bu hafta, içi dışı el yazısıyla yazılı bir mektubun postacı
tarafından kapısına bırakılma saadetini yaşamıştır. Süssüz, solgun ve hüzünlü
zarfı elime aldığımda inanınız pek duygulandım. Zarfın üst sol tarafında insan
eliyle yazılmış ve gönderen diye başlayan kısma baktım önce. Sonra alt sağ
tarafta gönderilen kısma baktım. Üst sağ tarafta bulunan, postanenin gönderme
damgasındaki bilgileri okudum. Fakiri yadırgamayın, bu kısmı bile okumaktan
bediî bir haz duyarım. Mektup zarfının üzerinde neler olur, kompozisyonu
hatırlayanınız var mı? Dost mektubu kokladınız mı yakın yıllarda?
Mektup,
“Hapishâne Risâleleri” yazmama vesile olan şair Fazlı Bayram’dan geliyor. Gönderen
kısmı şöyle: “Gülhan Kültür Merkezi, Yenişehir Mah. 22. Sok. No: 22 / K. Maraş.
Mektubu,
Yemen gurbetlerinde kalan dostun gönderdiği mektup duygularıyla açtım. İçinden,
ince hastalığa tutulmuş hüzünlü bir insana benzeyen tütün kağıdına sarılmış bir
sigara ve tütün kâğıdı kabuğu ile bir el büyüklüğünde beyaz kağıda yazılmış bir
mektup çıktı. Cezbe hâlinde olduğumdan zamanı karıştırdım. Mektubun, al yeşil
bayrakla Yemen Seferleri’ne gidip de dönemeyen Mihrali Bey’in redif’iyle “Zalım
Yemen’i” kurtarmaya giden dört kuşak önceki ceddimden geldiğini sandım. Bu
hâlet içinde mektubu Yemen Türküsü eşliğinde okumaya başladım:
“Değerli
ağabey,
Ey hüznü
bilmez iken bizi hüzün deryasına salan; türkü bilmez iken bizi türkülerle
yoğuran aziz ağabey! Gönderdiğim tütün kâğıdı kabuğu parçacığı bükülüp atılmak
üzere iken üç-beş cümlenizle tarihe şahitlik edecek kıymette bir eser
olacaktır. Bu yüzden bu nâçiz kâğıda cümlelerinizi yazıp tekrar adresime
göndermenizi istirham eder, ellerinizden öperim.”
Ey
azizan! Bu mektup üstüne hüzünle dost olmayıp da ne yapayım? Gurbet ve dost
türküleri dinlemeyip de öleyim mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder