ESKİ BERBERLER NEDEN TERKEDİLMEZ? / Mustafa Cihan ALLİŞ


Mahallesini terk edip yeni inşa edilen mahallelere göç eden ama eski berberlerinden ayrılamayan insanları bir türlü anlayamadım.

Kelle emanet etmek kolay değildir elbet…

Herhalde çocukluğundan beri saçlarını anasından az, babasından çok okşayan berberini kaybetmek istemiyor insan.

İşte bizim Safa da bu her şeyi bırakıp kelle emanetçisini bırakamayanlardan. Bir akşamüstü kendi şahsi tıraşında eşlik etmem için beni evden aldı. Dostlar bilir, gece olmadığı sürece fakiri evden çıkarmak kolay değildir. Varın Safa’nın ısrarını, çabasını siz düşünün…

Şehrin bir ucundan (Üngüt’ten) bir ucuna (Batıpark’a) Safa’nın arabasında arabesk şarkılar dinleyerek tıraşa gittik. Araba dediğim de araba hani, beyaz olması aldatmasın siyah olanlarında genelde çakarlar yanıp sönüyor.

Safa arabayı Kulağı Kutlu Camii’nin az berisine park etti. Meğerse berberi Kulağı Kutlu Camii’nin Cuma cemaatindenmiş. Safa’ya Savaş Hocam’ın ekmeğinden, aylar sonra Tekbirlerle Bir Hocam’ı karşılamamızdan bahsederekten, dineldiğimiz yerleri göstererekten, Kulağı Kutlu’yu anlatmaya çalışıyordum. Safa ise dinliyor gibi yapıp berberi arabayı göremesin diye uğraşıyordu. Ben tabiri caizse bu kerahet vaktinde cezbe halindeyken Safa’nın beklenmedik bir sorusuyla karşı karşıya kaldım:

Edem yanında 15-20 lira var mı? Şimdi berbere 200 lira uzatırsam söver bana.

Safa’nın elindeki iki yüzlükleri cebine sokuşturmasını seyrederken çaresizce “Var.” dedim. Varsın son param dostun tıraşına gitsin.

Kulağı Kutlu’yu geçince yolun karşısındaki ilk değil ikinci berber. Eski, kubbemsi bir dükkân. Yanında demirci, önünde tabureler… Safa selam vermek için içeri girdi ben girmedim. Üç tabureden birinde yorgun hali tanıdık gelen bir adam oturuyordu. Yanına çöküverdim. Tabakamı çıkarınca dayının gözleri tabakama değdi. Bunu bekliyor olduğumdan tabakayı uzatır gibi yapıp:

Sarayım mı dayı? İçer misin?

Ben sararım. Deyip tabakayı aldığı gibi sarmaya başladı.

Tütünü yakar yakmaz dili çözüldü tabi. Önce tütünümü övdü epey bir. (Bilmeyenler için: tütün Mehmet Yaşar markadır.) Sonra gençliğinde ne çok içtiğinden, nemini ayarlasın diye torbaya yeşil fasulye koyduğundan bahsetti. Ardından kaçak sigara fiyatlarından dem vurmaya başladı. MM’yi Mardin’den 3 liraya alıyormuş halen. Bu arada yoldan geçen Suriyelilere sövdü ağzına geldiği gibi: “6-7 liraya satıyor bilmem ne çocukları. Her şeyin fiyatını bunlar arttırıyor…”

Bu arada Safa içeride tıraş sırasını almış ki gelip aramıza oturdu. Dayıyla sohbetimize devam ettik:

Dayı meslek ne senin?

Kamyoncuyum. Emekli oldum. Şimdi eski bir minibüs var servise çıkıyom.

Sırt kısmı dökülmüş kestane rengi deri ceketinden, cildindeki çatlaklara karışmış motor yağı kalıntılarından, tanıdık gelen yorgun kokusundan anlamıştım zaten de sorasım geldi işte.

Nereye çalışıyordun?

Her yere çalıştık yeğenim. Amma en çok İstanbul.

Buradan mı?

He.

Tencere tava mı tekstil mi?

Ne olursa. En çok tencere tava, tekstil çok sonra…

Şirkete çalıştın o zaman.

Öyle. Araban kötüyse almazlar. Mersedesse gel derler, iş verirler.

AS 900 vardı bizde de.

Çok eski o çok. Ben binmedim hiç

Ha oldu epey satalı.

Safa’nın da muhabbete giresi geldi bir an:

Dolmuşçulardan tanıdığın var mı dayı?

Dolmuşçuluktan geçtim zaten.

Hastane?

Hastanedeydim he.

Benim dedemi bilin sen.

73, 74, 75, 76 yılları.

Tamam işte Lastikçi Göğüş dedem.

Bildim bildim tamam.

Niyeyse dayının gülesi geldi o ara. Adının Fatih olduğunu da o ara öğrendik. Adından sonra Safa eskilerin hep lakapları olduğundan bahsetti. Deli Muratlar, Kara Muratlar, Ges Hacılar…

Dolmuş hatlarından, lakaplardan, dönen paralardan bahsediliyor ara ara yoldan geçen Suriyelilere söverekten muhabbet devam ediyordu. Ortada dolaşan bir meczup dikkatimi cezbetti. Akşam karanlığı çöküyordu. Gözünde kocaman bir güneş gözlüğüyle gelene gidene laf veriyor, yolun karşısındaki bakkaldan az az çerez alıp geliyordu. Berberin önünü mesken tuttuğu belliydi. Saçına da epey emek verilmişti. Maraş’ın Cezbeli Gülleri kitabında yer alamayacak kadar genç olan bu tomurcuk meczup bana büyük teyzemin büyük oğlu Muhammet Celal’i hatırlattı. Sadece Muhammet ya da sadece Celal değil: Muhammet Celal. Muhammet Celal yaşı bana en yakın, bana en çok benzeyen, en iyi anlaştığım akrabamdır. Hiçbir şeyi unutmaz ve oldukça hazırcevaptır.

O’nun böyle bir mahalle hayatı olmadı. Evde, çeşitli kurslarda, rehabilitasyon merkezlerinde topluma kazandırılmaya çalışıldı. Meczup değil hasta olarak anıldı. Kazandırılmaya çalışılması kayıp olduğunun ilanı gibiydi. Çatal ile kaşığı ayırt edebildiğinde, kendi başına üstünü değiştirebildiğinde ne çok sevinmiştik. Oysa şimdi bu mahallede gördüğüm kadarıyla “eskiden olsa Muhammet Celal hasta olmayacakmış.” dedim kendi kendime.  Berbere gelse büyük bir coşkuyla tıraş olabileceğini, terziye gitse her bayram takım giyebileceğini ama sadece bayramlarda giyebileceğini, selamı karşılığında azar azar çerez yiyebileceğini, bir ihtiyacı olsa mahallesinin bu ihtiyacını göreceğini hissederdi. Bir akıl belirtisi olarak, çatala taktığı yemeği üzerine dökmeden ağzına götürmesiyle teselli olmak yerine canlı bir hayatın renkli bir parçası olduğunu görüyor olabilirdik Muhammet Celal’in.

Safa’nın sırası gelince Kulağı Kutlu’da bir vakit namazı kılayım diyerek camiye geçtim. İçeri girer girmez imam tarafından şaşkınlıkla karşılandım. Bir gencin namaza gelmesine alışık değildi anlaşılan.

Namaza mı geldin?

Evet hocam. Gılıcık de mi?

Gılıcık gılıcık. Abdestini al geç hadi.

Ezanı beklerken caminin içinde ayak üstü sohbet ettik. Bu mahalleden sanmış beni. Ondan şaşırdı herhalde. Cuma günleri yol kenarında dinelen ekipten olduğumu söyledim. Ufak bir kahkaha attı. “Ha şu ekip.”

Ezan bitene kadar üç kişi olduk. İki büklüm haliyle V.I.P. kısımda oturarak namazını eda edecek olan bir emmi, müezzinliği üstlenen ben, bir de hoca. Hoca biraz sevinsin diye sesimin rengini ortaya çıkaracak şekilde orta karar bir gamet getirdim. Felak-Nas ile farzı bitirdik ki imam efendi kalkıp bana doğru iki elini kaldırıverdi. Sevinçten sarılacak ya da yüzümü okşayacak sanmıştım. Aceleyle:

Benim işim var sen devam et. Diyerek koşar adım çıktı camiden. Gameti uzattığıma pişmanlık duymadan sünneti kılıp kaçtım tabi ben de.

Dedim ya oldum olası şu eski berberlerini terk edemeyenleri anlamam diye, yine anlamadığım bir şeyi daha da anlamayarak günü bitirmiş oldum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder