Mahallesini terk edip yeni inşa
edilen mahallelere göç eden ama eski berberlerinden ayrılamayan insanları bir
türlü anlayamadım.
Kelle emanet etmek kolay değildir
elbet…
Herhalde çocukluğundan beri
saçlarını anasından az, babasından çok okşayan berberini kaybetmek istemiyor
insan.
İşte bizim Safa da bu her şeyi
bırakıp kelle emanetçisini bırakamayanlardan. Bir akşamüstü kendi şahsi
tıraşında eşlik etmem için beni evden aldı. Dostlar bilir, gece olmadığı sürece
fakiri evden çıkarmak kolay değildir. Varın Safa’nın ısrarını, çabasını siz
düşünün…
Şehrin bir ucundan (Üngüt’ten)
bir ucuna (Batıpark’a) Safa’nın arabasında arabesk şarkılar dinleyerek tıraşa
gittik. Araba dediğim de araba hani, beyaz olması aldatmasın siyah olanlarında
genelde çakarlar yanıp sönüyor.
Safa arabayı Kulağı Kutlu
Camii’nin az berisine park etti. Meğerse berberi Kulağı Kutlu Camii’nin Cuma
cemaatindenmiş. Safa’ya Savaş Hocam’ın ekmeğinden, aylar sonra Tekbirlerle Bir
Hocam’ı karşılamamızdan bahsederekten, dineldiğimiz yerleri göstererekten,
Kulağı Kutlu’yu anlatmaya çalışıyordum. Safa ise dinliyor gibi yapıp berberi
arabayı göremesin diye uğraşıyordu. Ben tabiri caizse bu kerahet vaktinde cezbe
halindeyken Safa’nın beklenmedik bir sorusuyla karşı karşıya kaldım:
Edem yanında 15-20 lira var mı?
Şimdi berbere 200 lira uzatırsam söver bana.
Safa’nın elindeki iki yüzlükleri
cebine sokuşturmasını seyrederken çaresizce “Var.” dedim. Varsın son param
dostun tıraşına gitsin.
Kulağı Kutlu’yu geçince yolun
karşısındaki ilk değil ikinci berber. Eski, kubbemsi bir dükkân. Yanında
demirci, önünde tabureler… Safa selam vermek için içeri girdi ben girmedim. Üç
tabureden birinde yorgun hali tanıdık gelen bir adam oturuyordu. Yanına
çöküverdim. Tabakamı çıkarınca dayının gözleri tabakama değdi. Bunu bekliyor
olduğumdan tabakayı uzatır gibi yapıp:
Sarayım mı dayı? İçer misin?
Ben sararım. Deyip tabakayı
aldığı gibi sarmaya başladı.
Tütünü yakar yakmaz dili çözüldü
tabi. Önce tütünümü övdü epey bir. (Bilmeyenler için: tütün Mehmet Yaşar
markadır.) Sonra gençliğinde ne çok içtiğinden, nemini ayarlasın diye torbaya
yeşil fasulye koyduğundan bahsetti. Ardından kaçak sigara fiyatlarından dem
vurmaya başladı. MM’yi Mardin’den 3 liraya alıyormuş halen. Bu arada yoldan
geçen Suriyelilere sövdü ağzına geldiği gibi: “6-7 liraya satıyor bilmem ne
çocukları. Her şeyin fiyatını bunlar arttırıyor…”
Bu arada Safa içeride tıraş
sırasını almış ki gelip aramıza oturdu. Dayıyla sohbetimize devam ettik:
Dayı meslek ne senin?
Kamyoncuyum. Emekli oldum. Şimdi
eski bir minibüs var servise çıkıyom.
Sırt kısmı dökülmüş kestane rengi
deri ceketinden, cildindeki çatlaklara karışmış motor yağı kalıntılarından,
tanıdık gelen yorgun kokusundan anlamıştım zaten de sorasım geldi işte.
Nereye çalışıyordun?
Her yere çalıştık yeğenim. Amma
en çok İstanbul.
Buradan mı?
He.
Tencere tava mı tekstil mi?
Ne olursa. En çok tencere tava,
tekstil çok sonra…
Şirkete çalıştın o zaman.
Öyle. Araban kötüyse almazlar.
Mersedesse gel derler, iş verirler.
AS 900 vardı bizde de.
Çok eski o çok. Ben binmedim hiç
Ha oldu epey satalı.
Safa’nın da muhabbete giresi
geldi bir an:
Dolmuşçulardan tanıdığın var mı
dayı?
Dolmuşçuluktan geçtim zaten.
Hastane?
Hastanedeydim he.
Benim dedemi bilin sen.
73, 74, 75, 76 yılları.
Tamam işte Lastikçi Göğüş dedem.
Bildim bildim tamam.
Niyeyse dayının gülesi geldi o
ara. Adının Fatih olduğunu da o ara öğrendik. Adından sonra Safa eskilerin hep
lakapları olduğundan bahsetti. Deli Muratlar, Kara Muratlar, Ges Hacılar…
Dolmuş hatlarından, lakaplardan,
dönen paralardan bahsediliyor ara ara yoldan geçen Suriyelilere söverekten
muhabbet devam ediyordu. Ortada dolaşan bir meczup dikkatimi cezbetti. Akşam
karanlığı çöküyordu. Gözünde kocaman bir güneş gözlüğüyle gelene gidene laf
veriyor, yolun karşısındaki bakkaldan az az çerez alıp geliyordu. Berberin
önünü mesken tuttuğu belliydi. Saçına da epey emek verilmişti. Maraş’ın Cezbeli
Gülleri kitabında yer alamayacak kadar genç olan bu tomurcuk meczup bana büyük
teyzemin büyük oğlu Muhammet Celal’i hatırlattı. Sadece Muhammet ya da sadece
Celal değil: Muhammet Celal. Muhammet Celal yaşı bana en yakın, bana en çok
benzeyen, en iyi anlaştığım akrabamdır. Hiçbir şeyi unutmaz ve oldukça
hazırcevaptır.
O’nun böyle bir mahalle hayatı
olmadı. Evde, çeşitli kurslarda, rehabilitasyon merkezlerinde topluma
kazandırılmaya çalışıldı. Meczup değil hasta olarak anıldı. Kazandırılmaya
çalışılması kayıp olduğunun ilanı gibiydi. Çatal ile kaşığı ayırt
edebildiğinde, kendi başına üstünü değiştirebildiğinde ne çok sevinmiştik. Oysa
şimdi bu mahallede gördüğüm kadarıyla “eskiden olsa Muhammet Celal hasta
olmayacakmış.” dedim kendi kendime.
Berbere gelse büyük bir coşkuyla tıraş olabileceğini, terziye gitse her
bayram takım giyebileceğini ama sadece bayramlarda giyebileceğini, selamı
karşılığında azar azar çerez yiyebileceğini, bir ihtiyacı olsa mahallesinin bu
ihtiyacını göreceğini hissederdi. Bir akıl belirtisi olarak, çatala taktığı
yemeği üzerine dökmeden ağzına götürmesiyle teselli olmak yerine canlı bir
hayatın renkli bir parçası olduğunu görüyor olabilirdik Muhammet Celal’in.
Safa’nın sırası gelince Kulağı
Kutlu’da bir vakit namazı kılayım diyerek camiye geçtim. İçeri girer girmez
imam tarafından şaşkınlıkla karşılandım. Bir gencin namaza gelmesine alışık
değildi anlaşılan.
Namaza mı geldin?
Evet hocam. Gılıcık de mi?
Gılıcık gılıcık. Abdestini al geç
hadi.
Ezanı beklerken caminin içinde
ayak üstü sohbet ettik. Bu mahalleden sanmış beni. Ondan şaşırdı herhalde. Cuma
günleri yol kenarında dinelen ekipten olduğumu söyledim. Ufak bir kahkaha attı.
“Ha şu ekip.”
Ezan bitene kadar üç kişi olduk.
İki büklüm haliyle V.I.P. kısımda oturarak namazını eda edecek olan bir emmi,
müezzinliği üstlenen ben, bir de hoca. Hoca biraz sevinsin diye sesimin rengini
ortaya çıkaracak şekilde orta karar bir gamet getirdim. Felak-Nas ile farzı
bitirdik ki imam efendi kalkıp bana doğru iki elini kaldırıverdi. Sevinçten
sarılacak ya da yüzümü okşayacak sanmıştım. Aceleyle:
Benim işim var sen devam et. Diyerek
koşar adım çıktı camiden. Gameti uzattığıma pişmanlık duymadan sünneti kılıp
kaçtım tabi ben de.
Dedim ya oldum olası şu eski
berberlerini terk edemeyenleri anlamam diye, yine anlamadığım bir şeyi daha da
anlamayarak günü bitirmiş oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder