İKİ KAPILI BİR OTOBÜS / Ferhat AĞCA


Otobüsün en arkasında, öyle hemen inecekmiş gibi, oturduğu koltuğun emanet olduğunu bakanlara gösterircesine, kapının yanında oturan yaşlı bir adam…

Hayat belini bükmüş, iki büklüm olmuş.

Kucağında bir poşet dolusu ilaç. Poşetin şeffaflığı kan şekeri ve kolesterol ilaçlarını gösteriyor ama poşetin doluluğundan belli ki, hastalıkları bunlardan ibaret değil; saçlarının, kaşlarının ve kirpiklerinin olmaması belki ince illetten, belki yaşlılıktan ama asıl önemli olan; yaşlı amcanın oturuşuyla, duruşuyla, otobüsün sağa ve sola dönüşlerinde, kapı kenarındaki demirden destek alıp düzelir düzelmez bırakışıyla, hemen her şeyi ile birazdan inecekmiş hissi vermesiydi. Bu hissiyat, sadece otobüs yolculuğunun kısa süreceğini değil, dünyanın da kısa sürecek bir yolculuk olduğunu hatırlatacak nitelikteydi.

İhtiyar amca, otobüslerde arka kapıdan inildiği için sadece otobüsten inenleri görebiliyordu. Şoför de ön taraftan binenlere yer açmak için “‘havuz’a inelim, binenlere yer verelim” diyerek yolcuları uyarıyor ve ihtiyar amcanın yanına gönderiyordu. Amcanın oturduğu yer, arka kapının hemen yanı, otobüsün ekseri yerlerine göre daha alçakta, sonraki durakta ya da diğer yolculara göre erken ineceklerin toplandığı yerdi. İtişme kakışmanın bol olduğu, zaman zaman mahşer yerini andıran bu yerin adı şoförlere göre ‘havuz’ du.

İhtiyar amca, yaşlı, genç, çoluk çocuk… İnen herkese tek tek ama sakin sakin bakıyordu. Belki her inene bakarak kendi hayatını gözden geçiriyor, onlar gibiyken neler yaptığını düşünüyordu. Otobüsün durduğu her durakta açılan kapıdan durakları seyrediyor, ineceği durak olup olmadığını kontrol ediyordu, belki de hayatının durak noktalarını gözden geçiriyordu…

Bir süre sonra ön taraftan kendi yaşlarında ama kendisinden biraz telaşlıca bir ihtiyar havuza indi. İhtiyar amca ile göz göze geldi ve ikisi de kafasını sallayıp biraz da tebessüm ederek aşinalıklarını belli ettiler. Telaşlı olan ineceği durağa yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol edip söze girdi.

” Sen Kazancı Mustafa’nın yanında çalıştın değil mi?”

İhtiyar amca kafa sallayıp onay verdikten sonra:

“Evet. Sen de Hasan’ın yanındaydın değil mi?” diye sordu ve “Evet” cevabını aldı.

Telaşlı amca hatırlanmış olmaktan memnundu ve belli ki iki komşu esnafın iki çalışanıydılar. Yolu kontrol edip tekrar söze girdi:

“Kazancı Mustafa iyi adamdı, Allah rahmet eylesin” dedi.

İhtiyar amca da bu duadan hoşnut bir şekilde “Âmin! Âmin! doğrudur çok iyi adamdı” dedi. Bir an yere baktı ancak bir yanlışı düzeltme aceleciliğiyle hemen başını kaldırıp hak edene hakkını teslim etme edasıyla “Hasan da iyi adamdı canım, o da iyiydi.” Dedi.

Telaşlı amca da “evet o da iyiydi Allah rahmet eylesin” dedi.

Otobüs durağa yaklaşıp yavaşlamaya başlayınca ekledi “ben burada ineceğim, tuz ekmeğimiz oldu hakkını helal et” deyip ihtiyar amca ile tokalaşmak için elini uzattı.

Amca iki eli ile uzatılan eli kavradı “helal olsun ne demek” dedi. Karşılıklı olarak ellerini göğüslerine götürüp başlarını eğdiler. Kapı açılıp o inerken yeteri kadar memnuniyetini ifade edemediğini düşünerek sırtını sıvazladı. Bu biraz da “muradına erdin haydi bakalım ineceğin durağa geldin” demek de olabilirdi.

İki durak sonra ihtiyar amca inmek için ayağa kalktı, otobüs yavaşladı, durdu, kapı açıldı, amca inmek için kapıya yönelince. Yolculuk boyunca amcaya ayakta eşlik eden ve tüm bu konuşmalara şahitlik eden genç, amcaların bu hassasiyetinden etkilenmiş olacak ki amcaya doğru atılıp “hakkını helal et amca” dedi. Amca bu gencin neden helallik istediğini anlamamıştı ve bakışlarıyla da belli etmişti. Bunu anlayan genç cevap verdi. “Yolculuk boyunca mecburiyetten de olsa sana tepeden baktım amca o yüzden”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder