Otobüsün en arkasında, öyle hemen
inecekmiş gibi, oturduğu koltuğun emanet olduğunu bakanlara gösterircesine,
kapının yanında oturan yaşlı bir adam…
Hayat belini bükmüş, iki büklüm
olmuş.
Kucağında bir poşet dolusu ilaç. Poşetin
şeffaflığı kan şekeri ve kolesterol ilaçlarını gösteriyor ama poşetin
doluluğundan belli ki, hastalıkları bunlardan ibaret değil; saçlarının,
kaşlarının ve kirpiklerinin olmaması belki ince illetten, belki yaşlılıktan ama
asıl önemli olan; yaşlı amcanın oturuşuyla, duruşuyla, otobüsün sağa ve sola
dönüşlerinde, kapı kenarındaki demirden destek alıp düzelir düzelmez
bırakışıyla, hemen her şeyi ile birazdan inecekmiş hissi vermesiydi. Bu
hissiyat, sadece otobüs yolculuğunun kısa süreceğini değil, dünyanın da kısa
sürecek bir yolculuk olduğunu hatırlatacak nitelikteydi.
İhtiyar amca, otobüslerde arka
kapıdan inildiği için sadece otobüsten inenleri görebiliyordu. Şoför de ön
taraftan binenlere yer açmak için “‘havuz’a inelim, binenlere yer verelim”
diyerek yolcuları uyarıyor ve ihtiyar amcanın yanına gönderiyordu. Amcanın
oturduğu yer, arka kapının hemen yanı, otobüsün ekseri yerlerine göre daha
alçakta, sonraki durakta ya da diğer yolculara göre erken ineceklerin toplandığı
yerdi. İtişme kakışmanın bol olduğu, zaman zaman mahşer yerini andıran bu yerin
adı şoförlere göre ‘havuz’ du.
İhtiyar amca, yaşlı, genç, çoluk
çocuk… İnen herkese tek tek ama sakin sakin bakıyordu. Belki her inene bakarak
kendi hayatını gözden geçiriyor, onlar gibiyken neler yaptığını düşünüyordu.
Otobüsün durduğu her durakta açılan kapıdan durakları seyrediyor, ineceği durak
olup olmadığını kontrol ediyordu, belki de hayatının durak noktalarını gözden
geçiriyordu…
Bir süre sonra ön taraftan kendi
yaşlarında ama kendisinden biraz telaşlıca bir ihtiyar havuza indi. İhtiyar
amca ile göz göze geldi ve ikisi de kafasını sallayıp biraz da tebessüm ederek
aşinalıklarını belli ettiler. Telaşlı olan ineceği durağa yaklaşıp
yaklaşmadığını kontrol edip söze girdi.
” Sen Kazancı Mustafa’nın yanında
çalıştın değil mi?”
İhtiyar amca kafa sallayıp onay
verdikten sonra:
“Evet. Sen de Hasan’ın
yanındaydın değil mi?” diye sordu ve “Evet” cevabını aldı.
Telaşlı amca hatırlanmış olmaktan
memnundu ve belli ki iki komşu esnafın iki çalışanıydılar. Yolu kontrol edip tekrar
söze girdi:
“Kazancı Mustafa iyi adamdı,
Allah rahmet eylesin” dedi.
İhtiyar amca da bu duadan hoşnut
bir şekilde “Âmin! Âmin! doğrudur çok iyi adamdı” dedi. Bir an yere baktı ancak
bir yanlışı düzeltme aceleciliğiyle hemen başını kaldırıp hak edene hakkını
teslim etme edasıyla “Hasan da iyi adamdı canım, o da iyiydi.” Dedi.
Telaşlı amca da “evet o da iyiydi
Allah rahmet eylesin” dedi.
Otobüs durağa yaklaşıp
yavaşlamaya başlayınca ekledi “ben burada ineceğim, tuz ekmeğimiz oldu hakkını
helal et” deyip ihtiyar amca ile tokalaşmak için elini uzattı.
Amca iki eli ile uzatılan eli
kavradı “helal olsun ne demek” dedi. Karşılıklı olarak ellerini göğüslerine
götürüp başlarını eğdiler. Kapı açılıp o inerken yeteri kadar memnuniyetini
ifade edemediğini düşünerek sırtını sıvazladı. Bu biraz da “muradına erdin
haydi bakalım ineceğin durağa geldin” demek de olabilirdi.
İki durak sonra ihtiyar amca
inmek için ayağa kalktı, otobüs yavaşladı, durdu, kapı açıldı, amca inmek için
kapıya yönelince. Yolculuk boyunca amcaya ayakta eşlik eden ve tüm bu
konuşmalara şahitlik eden genç, amcaların bu hassasiyetinden etkilenmiş olacak
ki amcaya doğru atılıp “hakkını helal et amca” dedi. Amca bu gencin neden helallik
istediğini anlamamıştı ve bakışlarıyla da belli etmişti. Bunu anlayan genç
cevap verdi. “Yolculuk boyunca mecburiyetten de olsa sana tepeden baktım amca o
yüzden”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder