TAŞLARA DOKUNAN SESLER -6/ Hidayet BAĞCI


“Onlar hep kendi çektiklerini ekledi, sense çektiklerini beğenmedin de mi başkalarının çektiklerinin hatırını saydın?” derken Ahmed Suphi Usta’nın bu sözü havada asılı duran uçan bir balon gibi kalsa da, Dürre-i Beyza tespihli hanım kız ve Râci bu cümle için saatlerce tefekkür edebilirdi. Çünkü bu tefekkür dersini Aynalı dededen her üçü de almıştı. Sahi bir anda atölyesine farklı bir dünyanın da olduğunu sunan bu türküler de neyin nesiydi ki radyodan gelen türkü “Kul olayım kalem tutan ellere” ses olup kalplerde yankılanırken ve Râci gördüğü bu renk karşısında şaşkınlık içindeydi.

Ahmed Suphi Usta kendi kendine konuştukça Dürre-i Beyza oturduğu köşede büklüm büklüm büzüldü. Sahi, buraya ne için gelmişti de bu cümle bir yankı olmuştu kulaklarında… Bu atölyeye her gelişinde boş ama hep dolu gittiğini düşündü. Bu sefer atölyenin duvarlarına boyanmış cümleler ses olup yankılanmıştı, Mihrimah’ın kulaklarında… Boyanın rengi kızgınlık olsa da Ahmed Suphi Ustanın rengi aydınlıktı ve Raci bu aydınlığı Dürre-i Beyza’ nın kadife kesesinde gördü…

“Ustam, hayrdır bir durum mu var?” derken onu sakinleştirmek için çaba gösteren Râci telaşlandı, bir bardak su getirdi ustasına…

Dürre-i Beyza, anlıyordu bu cümlelerin sebebini o kadar utandı ki yaptıklarından bunun telafisi nasıl olabilirdi? Oysa o, buraya Dürre-i Beyztesbihi elinde nasıl tutması gerektiğini sormak için gelmişti. Şimdi kalkıp gitse ayıp olurdu lakin sessiz bir şekilde olanları seyre daldı. Râci, ustasına bir bardak su getirdi. Su ne kadar güzel duruyordu bardağın içinde, berrak ve hiç bulanmamış…

Radyodan gelen türkünün adı “Şu tepe, pullu tepe” o kadar etkiliydi ki. Tespih ustasının gözleri bu türküyü dinledikçe doldukça taştı… Gözyaşları tezgâhın üstündeki kadife kesesinin üstüne düştü.

“Râci, benim kızgınlığım kime biliyor musun? Benim yanımda çıraklık yapan sizlere … Çektiklerinizi nasıl çektiniz de bir başkasını incitecek sözler doldu bu odaya… Atölyenin içine dolan taş sesleri bugün duvarlara boyandı ki her gelen bunu hissediyor, sizler farkında değilsiniz?”

Dürre-i Beyza tespihli kız olanların farkında değildi ama Ahmed Suphi Ustası için o kadar çok üzüldü ki atölyeden bir an için gitmek istedi, bunu ona hürmet ederek yapmadı, yapamadı. Râci daha bu sabah buraya gelmiş, her şey bu â na kadar normalken normalken bu kız talebesinin gelişiyle birçok şeyin değiştiğini fark etti. Bu hanım talebe sessiz, sakin olsa da Ahmed Suphi Ustasına olan hürmeti de sonsuzdu. Hatta kendisi Aynalı dedesine nasıl hürmet gösteriyorsa o da ustasına o derece hürmetkârdı.

Radyodaki sesin söylediği türkü “Etek sarı” derken, tespih ustası sakinleşmişti. Ahmed Suphi Usta, Dürre-i Beyza tespihli hanım kızın kadife kesesinin ucundaki simli ipliği çözerek ve içinden onu çıkardı. Göz kamaştıran kelimeler sıra sıra diziliydi ve Râci hayretler içindeydi. Bu tespih Aynalı dedenin kutusundaki tespihin aynısıydı…

Şimdi sıra Râci’deydi. Bu sefer de o ustasının hanım kız talebesine vereceği ilk dersi dinleyecekti.

Ahmed Suphi Usta daha önce defalarca bu dersi ona vermek istemiş lakin bu hanım kız yoğunluğundan, derslerinden o kadar dert yanmış ki vakti olmadığını dile getirmişti. Evet, Dürre-i Beyza tespihli bu hanım talebe Edebiyat II. Sınıf öğrencisiydi adı da Mihrimah Sultandı… Râci’nin hayret ettiği bir nokta vardı. Neden ustası bu isimle hitap etmiyordu bu hanım kıza? Sanki aralarında bir sır vardı ve sessiz bir şekilde her şey çözülüyordu tek tek, sırasıyla…

Tespih ustası ona beş tane kelime verdi ve ekledi “Bu sana ödev olsun. Ama kulaklarını iyi aç, söylenen sözler ne olursa olsun kalpte yer eder. Bunu unutma!…”

Bu beş kelimeden biri; Kardan bir suydu ki o artık erimişti. Şimdi bu su, vazonun dibinde su’dan bir gece gibi duruyordu…

İkinci kelime; Her şeyin Allah’tan geldiğine inanarak onun varlığının tekliğine inanmaktı…

Üçüncü kelime; Bu iki kelimeyle dili alıştırdıktan sonra kalpte muhabbeti daim etmekti… 

Onun adı her bahçede adı Gül’dü. Bu isimle anılırdı ki tüm kapılar onun adıyla açılırdı, özellikle kalbin anahtarı buydu…

Dördüncü kelime; Hayrın ve Şerrin Allah’tan olduğuna inanmak ve onu anmak her bir zerrede…

Beşinci kelime; İhlâslı bir şekilde onun huzurunda olmak aynı zamanda yapılan her işte onun varlığını düşünerek hareket etmek…

Râci, bu kelimeleri bir türkü dinler gibi dinlese de aslında o da durumu kısmen anlamıştı. Sahi bu hanım kız kimdi ki bu atölyeye elini kolunu sallaya sallaya gelebiliyordu? Sadece ustasının ona çok değer verdiğini biliyordu. Dürre-i Beyzespihli bu kız nasıl oturduysa, sessiz bir şekilde öylece kalktı ve gitti…

Radyodaki ses “Pencerenin buğusuna çizdim yüzünü” derken Râci, gece boyu ilk iş gününde tespih atölyesinde yaşadıklarını kefeden kefeye aktarıp tartıyordu. Sağ elinden, sol eline geçen ustasının verdiği tespihi, aşkla çekerek…

Râci, Aynalı Dedeyi özlemle ve Zümrüd-ü Anka’yı merakla düşündü…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder