Özellikle bahar aylarında hafta
sonları balık avlamaya; el-ayak değmeyen, yerleşim yerlerinden uzak yerlere
gidiyorduk. Öyle ki dağ tepe, kırk beş dakika-bir saat yürüyerek giderdik
sabahın köründe Emmi. Çoğu zaman taşın kayanın üzerinde, alelacele sabah namazı
kılıyorduk. Arabayla Yanıklı’ya kadar gelip, oradan yürüyorduk balık
avlayacağımız yere.
Yanıklı: Sır Barajı inşa
edilirken terk edilmiş bir mahalle Emmi. Üst tarafında Dikenli, -köy buraya
taşındığı için adı Yanıklar Mahallesi olarak değiştirildi- sağ tarafında
Gölönünün Deresi, sol tarafında Kocabendinin Deresi ve alt tarafında da Sır
Baraj gölü bulunmaktadır. Köy yukarıdan aşağıya eğimli, bıçak sırtı gibi bir
tepenin üzerinde; eni en fazla elli altmış metre düzlük yeri bulunan bir
yerdedir. Öyle ki birçok evin avlusu, taş duvar örülerek ve toprak doldurularak
yapılmıştır. Avlunun bitimi neredeyse uçurumdur. Uzaktan bakıldığında evler
merdiven basamakları gibi görünür, aşağıdan yukarı.
Hadi o devirde, -baraj
kurulurken- o değişim ve o “hız” içinde bir şey anlamıyorduk, fakat ben Yanıklı’nın
neden terkedildiğini bugün bile anlamış değilim. Bir kere barajın suları buraya
kadar ulaşmıyor. Ve oradan taşınanlardan şehre ve Kocaseki’ye gitmeyenler,
hemen yukarıda bulunan Dikenli’ye –Tikenni- ev yaptılar. Madem o bölgede
kalınacaksa, kendi evleri pekâlâ kullanılabilirdi. O zaman hem başlarına ev
yapma masrafı açılmaz, hem de ata-dede yurtlarını terk etmemiş olurlardı.
Eskilerin anlattıklarına göre zaten Yanıklı, daha önce de Gölönünün Deresi’nden
buraya taşınmış.
Bu lafı; Yanıklı’yı, Yanıklı’da
yaşayanları ve Yanıklı’da yaşanmış olayları anlatmak için açmamıştım aslında
Emmi. Laf bir şekilde arabadan indiğimiz yerde gelip ağzımıza doldu. Tabi ki
burası için sana anlatacağım belki de yüzlerle detay, yüzlerle insan ve
yüzlerle hikâye var. Şu kadarını söyleyeyim ki; Karadere Kasabası’nın yetiştirdiği
nadir şahsiyetlerden, bu yörenin dağlarından soluduğu çiçek kokularını, bu
dağların hüzünleri şiir olarak kitap sayfalarına, oradan da gözlerimize,
kulaklarımıza engin bir muhabbetle aktaran; hikâyelerinde ve romanlarında bu yörenin
insanını konu edip, onu her haliyle cümleye döken; şair, hikâyeci ve romancı
Hasan Ejderha’nın “Maraş’ın Cezbeli Gülleri” kitabının ortasına “buyur” ettiği
(s.39) Ahmet, nam-ı diğer Deli Ehmed’in hayata gözlerini açtığı yerdir aynı
zamanda Yanıklı. Yanıklı, aynı zamanda henüz hikâyesi yazılmamış olan Göğ
Ahmet’in Ahraz’ının da dünyaya geldiği yerdir.
Arabaları kilitleyip, eşyalarımızı
sırtlanıp düştük yola. Yürüdüğümüz yol, yıllarca yaya yolu olarak mezarlığa ve
o bölgelerdeki bahçelere, ormana ve hatta Hartlap Ilıcası’na kadar giden yol
Emmi. Fakat dereden sonraki bölümü baraj suları altında kaldığı için, daha
küçük bir patika yolla bir müddet devam ediliyor, sonra tekrar mezarlığa kadar
geniş patika önümüze seriliyor. Sonrası dağ, tepe.
Sıklıkla balık avladığımız yere gelip
eşyalarımızı indirdik. Ara sıra gittiğimiz bir yer daha vardı ama orada gündüz
olmasa da gece su itleri –fok- balıklarımızı yediği için, yakın olmasına rağmen
oraya gitmedik bu defa. Heyecanla oltalarımıza solucanlarımızı taktık ve
solucanları suyla buluşturduk. Laf yarım kalmasın Emmi, birer de sigara yaktık.
Burası güzel bir yer. Balık için gelen de boş gitmez buradan. Büyük balık
olmazsa, küçük balık istediğin kadar bulunur ama iri balık yakalamanın keyfi
bir başka tabi. Çoğu zaman yakaladığımız ilk balıkları hemen yaktığımız bir
ateşle pişirir kahvaltımızı yaparız burada. Bu defa da öyle yaptık. Çok balık
avladık Emmi.
Sıcak kızmadan yola çıkmak lazım
tabi. Aşmamız gereken üç tepe var. Ayrıca arabaları koyduğumuz yer, tamamen dik
bir yolun sonunda. Zaten oraya kadar yeterince yorulduğumuz için, o yol hiç
çekilmez olur. Saat dokuzu geçiyordu elimizde balık poşetleri, omuzlarımızda
oltalarla yola çıktığımızda. Yanıklı’nın mezarlığında, giderken yaptığımız gibi
yine Fatiha okuduk. Bu mezarlığın bir kısmı Sır Baraj gölünün suları altında
kaldı Emmi. Baraj henüz su tutmaya başlamadan, bir kısım mezarlar da buradan,
Kocaseki-Yanıklar Mezarlığına taşındı.
Hatta kadıncağızın biri, yıllar önce ölmüş olan kocasını sırtında yukarı
mezarlığa taşırken, cesetten kanlar aktığı söylenir. Bu mezarlıkta bir mağara
var, baraj sularına gömülünceye kadar defineciler orayı kazdılar, tarumar
ettiler. Hâlâ bu bölgeye defineci geldiği söyleniyor. Hatta birkaç gün önce,
Haruniye’den buraya “balık” tutmaya geldiklerini söyleyen üç kişiye rastlamıştık.
Kalkıp yürümeye başlamıştık ki, Mustafa Enişte, “Aaa şurada bir battaniye var, hadi
alalım” dedi. Biz insiyaki olarak hep birlikte “hayır” dedik. Gelişigüzel yere
atılmış olan ve sanki boyuna doğru altından giren rüzgârın etkisiyle
kırışıkları açılmış ve yine rüzgârın etkisiyle olacak ki, kenarları özensiz bir
şekilde altına doğru bükülmüş olan battaniyeyi almadık.
Son yokuşu zar-zor çıkıp
arabalara bindik. Arabaları ana yolun kenarına bırakıp, tekrar eşyalarımızı
sırtladık. Köydeki evimiz, ana yola yüz metre kadar mesafede. Şu, önünde uzun
uzun Kamalak ağaçlarının bulunduğu ev. Gepir güpür girdik hep beraber eve.
Balıkları indirdik sırtımızdan. Görsen Emmi ekelik beş beş bizde. Babam hangi
tarafa gittiğimizi sordu. Gittiğimiz yeri tarif ettik. “Görmediniz mi? Yanıklı’nın
mezarlığında adamı öldürmüşler, üstüne bir battaniye atmışlar. Birazdan
jandarma gelecekmiş” dedi!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder