Kahramanmaraş Endüstri Meslek Lisesi
Türkiye’nin en başarı güreş takımına sahip okullarından biriydi. Okulun
özellikle serbest güreş takımı her yıl Türkiye Şampiyonasında derece yapardı.
Okulumuzun girişindeki camlı dolaplar güreş takımının aldığı şampiyonluk
kupalarıyla doluydu. Ben bu kupaları gördükçe, bu kadar şampiyonlar çıkartmış
bir okulda okuduğum için kendi kendime gururlanırdım. Belki bir gün bende
şampiyon olurum diye hayal kurardım. Birinci sınıfta okulun takımına girme
şansı bulamadım. Daha doğrusu takım seçmelerinden haberim olmadı.
Lise ikinci sınıfa başladığımız
dönemin ikinci haftasıydı. Cuma günü Bayrak Töreninden sonra beden eğitimi
öğretmeni “ Arkadaşlar! Önümüzdeki hafta
güreş takımları için seçme yapılacak, seçmelere katılmak isteyen öğrencilerimiz
pazartesi günü bana isimlerini yazdırsın” diye bir duyuru yaptı. Ben bu
duyuruya çok sevindim. Pazartesi günü derse girmeden spor salonuna gidip adımı
yazdırdım. Çarşamba gününe kadar seçme müsabakalarında güreşeceğim arkadaşlarla
tanıştım. Tanıştığım arkadaşlardan bazıları üç beş yıldan beri kulüpte
güreştiğini, bazı arkadaşlar ise ilkokuldan beri kapalı spor salonuna gidip
güreş antrenmanı yaptıklarını söylüyorlardı. Ben ise o güne kadar spor salonunu
görmemiş, mayo giymemiş bir insandım. Güreşi; köyümüzdeki düğün güreşlerinde
öğrenmiştim. Rakiplerimi dinleyince takıma giremeyeceğim diye korkmaya
başladım. Çarşamba günü okulumuzda yapılan seçmelerde rakiplerimin üçünü de
tuşla yenerek, güreş takımına girmeye hak kazandım.
Güreş takımı olarak haftada üç
gün öğleden sonraları Batı Park Kapalı Spor Salonuna antrenmana gidiyorduk.
Kapalı spor salonunda bizi öğretmenizin nezaretinde bölge güreş antrenörleri
çalıştırıyorlardı. Antrenmanlarımızda hem tek kol, kafa kol, kle, künde gibi
güreş oyunları öğreniyor, hem de kondisyon geliştirici sporlar yapıyorduk. Antrenman yaptığımız saatlerde okulda izinli
sayılıyorduk. Okul yöneticilerimiz başarılı olmamız için bize her türlü desteği
veriyordu. Liselerarası il şampiyonası yapılmadan önce yapılan değerlendirme
maçları sonunda, boyumun uzun olması münasebetiyle grekoromen güreş takımına
ayrılmama karar verildi. Ben bu işten pek hoşnut olmamıştım ama yapılacak bir
şey yoktu, büyüklerimiz böyle karar vermişti. Mart ayının ilk haftası
Liselerarası Güreş İl Şampiyonası yapıldı. Yapılan müsabakalarda rakibimin
birini tuşla, birini sayı ile yenerek ağır sıklet il birincisi oldum. Ağır
sıklet pehlivan olduğumuz için madalyalarımızı Vali Bey takmıştı. O gün
dünyalar benim olmuş, mutluluktan sanki gökyüzüne uçmuştum. Aldığım madalyayı
aileme göstermek için hafta sonu özel olarak köye gitmiştim. Babam sarı renge
boyanmış metal madalyayı görünce nasıl mutlu olmuştu anlatamam. Benim il
birincisi olduğumu duyan köyümüzün bütün halkı sevinmişti. Şimdi dünya
şampiyonu olsan kimsenin umurunda bile olmaz. O zaman köylerde birlik vardı,
beraberlik vardı. Kolektif ruh vardı…
Bölge şampiyonasında başarılı
sonuçlar alabilmemiz için çalışmalarımız iyice hızlandı. Haftada beş gün
antrenman yapmaya başladık. Okul idaremiz beslenme konusunda bize destek
oluyordu. Bölge şampiyonası için bütün hazırlıklarımızı kısa sürede tamamladık.
Bölge şampiyonası Kayseri’de yapılacaktı. Müdür Baş Yardımcımız Celal Bey mart
ayının son haftası perşembe günü takımı toplayarak seremoni eşofmanlarımızı
dağıttıktan sonra “yarın Kayseri’ye
gideceğiz hazırlıklarınızı yapın” dedi. Ben ilk defa Maraş’ın dışında bir
şehre gidecektim. Bundan dolayı hem seviniyor, hem de heyecanlanıyordum.
Şehirde bekâr olarak kaldığımız için çantamı akşamdan tek başıma eksiksiz
olarak hazırladım. Eşofmanlarımı, mayomu, güreş ayakkabımı ve diğer
malzemelerimi unutmayayım diye defalarca kontrol ettim. Akşam yatağa girdiğimde
sevinçten gözlerime uyku girmedi. Ev arkadaşlarım Bekir, Yücel ve Yasin de en
az benim kadar heyecanlıydı. Biri benim şampiyon olmam için dua ederken, diğeri
benim üşüyüp hasta olmamam için yatağımın üzerine kendi battaniyesini
örtüyordu. Bir gecenin bu kadar uzun olduğunu o gün öğrendim. O gece sanki
benim için bir yıl kadar uzun geçmişti. Sabah namazını kıldıktan sonra çantamı
alarak, doğruca okula gittim. Takım arkadaşlarımızla okulun arka bahçesinde
toplandık. Çantalarımızı okulumuzun yeşil renkli ford minibüsünün bagajına
yerleştirdik. Biraz sonra takımın başında yönetici olarak gidecek olan Müdür
Baş Yardımcımız Celal İpekçi ile antrenör olarak gidecek Hasan Temel yanımıza
geldiler. Hasan Temel lisanslarımızı, kimliklerimizi kontrol ederek elindeki
çantaya koydu. Bütün hazırlıkların tamam olduğu anlaşılınca aracımız hareket
etti.
Aracımızda sekiz güreşçi, iki
yönetici ve bir şoför olmak üzere toplam on bir yolcu vardı. Aracımız şehri
dışarı çıkınca Ceyhan nehrini Kılavuzlu Köprüsünden geçip, Harmancık Rampasına
tırmandı. Aracımız Harmancık Rampasını yavaşça çıktıktan sonra, avına saldıran
bir kartal gibi Mezellete doğru sallandı. Geçtiğimiz yolların çevresindeki
dağlar, tepeler yeşil çam ormanlarıyla kaplıydı. Mezellet Baraj sahasındaki devasa iş
makinelerinden gözlerimizi ayıramıyorduk. Yolumuz Fırnız Çayı ile kesişip, çaya
paralel olarak ilerlemeye başladıktan beş dakika sonra karşıdaki Ali Kayası
bütün ihtişamıyla bizleri karşılıyordu. Biz yolda ilerledikçe Şadalaktaki
kumluklar, Su çatındaki orman depoları, Döngeldeki Mağaralar boynu bükük
vaziyette geride kalıyordu. Tekir’e varınca kaptanımız beş dakika ihtiyaç
molası verdi. Tekirdeki buz gibi akan ardıç suyundan birer bardak içerek
yolumuza devam ettik. Tekir’in çıkışında yol kenarında ellerinde sümbül satan
çocuklar adeta Toroslara baharın geldiğini müjdeliyordu. Kara Kütük’ten sağ
tarafa baktığımızda Saraycık Belinin güney eteklerinde bir demet çiçek gibi
görünen Kurucova Köyü, Ahmet Kutsi Tecer’in ”Orda
Bir Köy Var Uzakta” şiirini aklımıza getiriyordu. Tüneli geçip Püren
geçidine varırken gördüğümüz çağlayanlar yaparak akan yaz pınarları kış
mevsiminin bereketli geçtiğini ifşa ediyordu. Püren Geçidine vardığımızda gölün
kıyısından bir yay çizip minibüsün camlarını açarak ardıç ve sedir ağaçlarından
oksijenin en temizini teneffüs ediyorduk. Göksun’a yaklaştığımızda iklim
değişiyor, hava sertleşiyor, minibüsteki bütün yolcular paltolarını-montlarını
giyiyordu. Bakımevi Binasından biraz
ilerleyince yiğitler diyarı yeşil Göksun ilçemiz ile Göksun ilçemizi kuzeyden
bir kale gibi kuşatan Binboğa Dağları karlı-dumanlı olarak uzaktan uzağa
görünmeye başlıyordu. Göl pınar rampasından inip düz ovada beş kilometre kadar
hareket edince Göksun İlçe merkezine intikal ettik. Kahramanmaraş’tan Göksun’a
kadar olan yolculuğumuz kazasız belasız bir şekilde böylece tamamlanmış oluyordu.
Göksun İlçe merkezine
kavuştuğumuzda Hasan Temel hocamızın tavsiyesi ile Cumhuriyet Lokantasında öğle
yemeği için mola verdik. Lokantada garson siparişleri alırken ben lahmacun
söyledim. Hasan Temel hoca geriye dönerek bana ”sen lahmacun yemeyeceksin” dedi. Ben ” niye hocam” dedim. Hocam ”sen
yetmiş beş kiloda güreşeceksin” dedi. Ben
”hocam ben seksen kiloda güreştim, Bekir yetmiş beş kiloda güreşti“ dedim.
Hasan hoca ”yok sen yetmiş beş kiloda
güreşeceksin” dedi. Ben hocaya başka bir şey söyleyemedim. Bu durumda fazla kilom olduğu için lahmacun
yemek yerine, haşlama suyu içtim. Lokantada işimiz bitince yolumuza devam
ettik. Ben yolun Göksun’dan sonraki kısmını o güne kadar hiç görmemiştim.
Minibüsümüz Göksun’un kuzeyine
doğru biraz gidince Mehmet Bey Köyünün olduğu bölgede Kayseri 200 km levhası gözümüze takıldı. Bu arada arkadaşlar sıra
türküsü söylüyorlardı. Aracımız Binboğa Dağlarının batısından hareket ederken
ben bölgeyi tanıyan arkadaşlardan dağların, tepelerin, köylerin, kasabaların
isimlerini öğrenerek merakımı gideriyordum. Yeşil Kent’in içinden, Sarız’ın
batı kenarından geçip şoförlerin korkulu rüyası Dokuz Dolambaç geçidine
ulaştık. Yolda kar olmadığı için Dokuz Dolambaçta bir sıkıntı yaşamadık. Mart
ayının sonu olduğu halde yol kenarlarındaki kar kalınlığı yer yer iki metreden
fazlaydı. Leziz etleriyle meşhur Kıskaçlıdaki lokantaların yanından yavaşça
geçip, Yedi Oluktaki tesislerde kısa süreli bir mola verip, Avşarlar diyarı
Pınarbaşı’na vardık. Pınarbaşı’nda durmadan, sola dönüp yolumuza devam ettik.
Pınarbaşı’ndan itibaren dağların yerini ovalar, sessizliğin yerini gürültü
alıyordu. Yoldaki araç sayısı bir hayli artmış, trafik kalabalıklaşmıştı. Köy
evlerinin bile mimari yapısı değişmiş, Kahramanmaraş’taki sac çatılı evlerin
yerini, kiremit çatılı evler almıştı. Biz şarkılı, türkülü eğlenceye devam
ederken, minibüsümüzün el dokuma halılarıyla ünlü Bünyan şehrine geldiğini fark
ettik. Başımı çevirip karşıya baktığımda her tarafı karla kaplı meşhur Erciyes
Dağının bir asker kasaturası gibi gökyüzüne saplandığını gördüm. Bünyan’dan biraz
daha gidince Sivas Caddesinden Kayseri’ye girdik. Kayseri’nin girişindeki
modern binalar, caddelerin kenarındaki kocaman parklar, binaların altındaki
devasa mağazalar ve bir ileri- bir geri giden binlerce insan kalabalıklarını
görünce büyük bir şehre geldiğimizi hissettim. Akşam Kayseri Şeker Fabrikası
Sosyal Tesislerinde kalacağımız için aracımız doğruca Kayseri Şeker Fabrikasına
gitti. O zaman memleketimizin yetiştirdiği milli güreşçi Mehmet Esenceli
Kayseri Şeker Sporda antrenörlük yapıyordu. Mehmet Esenceli bizi fabrikanın
girişinde karşıladı. Fabrikanın misafirhanesindeki kalacağımız odalara
yerleştik. Duşumuzu alıp, kıyafetlerimizi değiştirip yemekhaneye gittik. Benim
fazla kilom olduğu için yemek yemedim. Hasan Temel hoca benim kilo düşmem için
arkadaşlara talimat verdi. Takım arkadaşlarım Menderes Aksu, Veli Kılıç ve
Fatih Üdürgücü ile birlikte kapalı spor salonuna gittik.
Kayseri Şeker Fabrikasının o
günkü şartlarda çok modern bir kapalı spor salonu vardı. Arkadaşlarımla ısınma
hareketlerinden sonra bir saat kadar sıkı bir antrenman yaptık. Sırtımdan ter
akmaya başladı. Antrenmandan sonra saunaya girdim. Saunada vücudumdan akan ter
iki katına çıktı. Saunadan çıkıp, duş alıp tartıldığımda yetmiş dokuz kilodan,
yetmiş yedi kiloya indiğimi gördüm. Benim yetmiş beş kiloda güreşmem için en
fazla yetmiş altı kilo gelmem gerekiyordu. Durumu Hasan Hocaya söyledim. Hasan
Hoca bana ”gece bir şey yeme, içme
vücudun sabaha kadar bir kilo yakar” dedi. Açlıktan, susuzluktan
kıvranıyordum ama başka çare yoktu. Hocanın yanından ayrılarak doğruca gelip
yatağıma yattım. Yorgunluktan başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum. Susuzluktan
gece rüyamda bizim köydeki Döngel Şelalelerini gördüm. Sabah uyandığımda
susuzluktan dudaklarımın birbirine yapıştığını, açlıktan sancılandığımı
hissettim. Her şeye rağmen kantarda tartılıp yetmiş altı kilo geldiğimi görünce
sevindim. Müsabakaların yapılacağı yere gitmek için hazırlandım. Arkadaşlarımda
hazır olunca aracımıza binerek doğruca Kayseri Atatürk Spor Salonuna hareket
ettik. Ardan otuz beş yıl geçtiği halde, o günü hiç unutmam, bu gün gibi
hatırlarım.
Atatürk Spor Salonuna varıp
tartı sırasına geçtik. Tartıyı Kahramanmaraş Bölgesi güreş hakemlerinden Cemal
Sarıtürk ile İsmail Sapsızoğlu yapıyordu. Beni kantara bile çıkartmadan keçeli
kalemle döşüme yetmiş beş rakamını
yazdılar. Tartı işi tamamlanınca doğruca bir lokantaya gidip karnımı doyurdum.
Kuralar çekilip, açılış töreni yapıldıktan sonra, kırk sekiz kilo birinci tur
maçlarıyla müsabakalar başladı. Sıra bana gelinceye kadar birinci turda bizim
takımdan üç kişi rakibini yenerken, üç kişi yenildi. Ben ise rakibimi on yedi
saniyede tuş ederek yendim. Kayseri Bölge Şampiyonasına on altı ilin takımı
gelmişti. On altı takım A ve B olarak iki guruba ayrıldı, biz B gurubunda
güreşiyorduk. Ben ikinci turda da
rakibimi sayı farkı ile yendim. O günkü maçlar tamamlanınca kaldığımız yer olan
Kayseri Şeker Fabrikası Sosyal Tesislerine gittik. Sosyal tesislerde en iyi
şekilde ağırlanıyorduk. Hizmette sınır yoktu. Pazar günü sabah erkenden yine
Atatürk Spor Salonuna geldik. Pazar günü yaptığım gurup şampiyonluğu maçında
rakibime yenilerek gurup ikincisi oldum. Bölge şampiyonluğu
üçüncülük-dördüncülük müsabakasında rakibimi yendiğim halde ayaktan oyun
yaptığım gerekçesiyle hakem kararıyla diskalifiye edildim. Müsabakalar sonunda
şampiyonayı dördüncü olarak tamamladığım için madalya alamadım.
Takımımız takım halinde
şampiyonayı bölge ikincisi olarak tamamlayıp Türkiye şampiyonasına katılmayı
hak kazanmıştı. Ben madalya alamadığım için üzülüyor, takımımın başarısı için
seviyordum. Ödül töreninden sonra hiç beklemeden Kayseri’den hareket edip, gece
geç saatlerde Kahramanmaraş'a kavuştuk.
Aradan uzun yıllar geçtiği
halde Kayseri’deki Bölge Şampiyonasını hatırladıkça aç kalarak kilo düştüğüm,
diskalifiye edilerek haksız bir şekilde yenildiğim aklıma gelir, gözlerim
dolar, içten içe ağlarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder