Ortaokulu köyde bitirdim.
Ortaokulu bitirdiğim sene sınava girerek Kahramanmaraş Endüstri Meslek
Lisesinin Tesviye Bölümünü kazandım. Babam da tanıdığımız eğitimli bazı insanların
tavsiyesi üzerine, beni bu okula kayıt ettirdi. O zamanlar meslek lisesini
bitirenler Afişin-Elbistan Termik Santralinde kolaylıkla iş buluyorlar, dolgun
ücretle çalışıyorlardı. Şehirde yatılı olarak okuma imkânımız olmadığı için ortaokuldan
arkadaşım meslek lisesinin ikinci sınıfında okuyacak olan Abdurrahman Akbaba
ile aynı evde kalmaya karar verdik. Bu kararı vermemizde geçmişten beri aile
dostluğumuzun olması da etkili oldu. Abdurrahman saf, temiz ve ahlaklı bir
insandı. Buğdayı ambara, samanı samanlığa koyunca, köydeki harman hasat işini
tamamlamış olduk. Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı. Babalarımızla
birlikte okullar açılmadan şehirde kiralık bir ev bulma telaşına düştük. Maraş
kazan, biz kepçe okulumuza yakın olan Mağaralı, Serin tepe, Yürük Selim,
Fatihler mahallelerini yaya olarak adım adım dolaştık, ancak kiralık bir ev
bulamadık. Kiralık evi olanlar da öğrenci olduğumuz için evlerini bize kiraya vermediler.
Yürümekten ayaklarımızın altı su toplamıştı. Umudumuz tükenmek üzereyken
nihayet Karamanlı mahallesinde kiralık bir ev bulduk.
Ev Karamanlı Camisinden İmam
Hatip Lisesine çıkan caddenin sağ tarafındaydı. Ev sahibi Döngele Köyünden Veli
Uzun isimli bir amcaydı. Veli amca kendisi de köy kökenli bir insan olduğu için
bazı şartlar koşarak evini bize kiraya vermeye razı oldu. Bu şartları; eve fazla
arkadaş getirmemek, kirayı zamanında ödemek, evde komşuları rahatsız edecek
şekilde gürültü yapmamak şeklinde sıralayabiliriz. Evin caddeye açılan cümle
kapısından içeri girdikten sonra sağ tarafta kalan yerde tek katlı betonarme küçücük
bir ev daha vardı. Bu evde Veli amcanın oğlu Ahmet Abi oturuyordu. Bu küçük ev ile
arkadaki iki katlı çatılı ev arasında bir bahçe vardı. Biz iki katlı çatılı evin
alt katının sağ tarafında bulunan yirmi metrekarelik bir odada kalacaktık.
Kullanım suyunu evin bahçesinde bulunan tulumbadan çekecektik. Kullanacağımız tuvalet
de evin bahçesindeydi. Banyomuzu kalacağımız odanın içindeki cag adı verilen
bir metrekare genişliğindeki yerde yapacaktık. Aynı odada yatacak, aynı odada
yemek yapacak ve aynı odada ders çalışacaktık. Fiziki Şartları bu kadar kötü
olmasına rağmen, kiralık ev bulduğumuz için nasıl mutlu olmuştuk, tarif edemem.
Veli amcanın şartlarını kabul edip, bir
aylık kirayı peşin olarak ödedikten sonra evin anahtarını aldık. Akşam Maraş’ta
bir akrabamızda misafir olarak kaldık. Sabah erkenden gelip, evin temizliğini
yaptık. Karamanlı Mahallesinde bulunan bir marangoz iki tane sedir yaptırdık.
Sedirleri evimize bıraktıktan sonra köye döndük.
Köyde şehre getireceğimiz
malzeme, yakacak ve yiyeceklerle ilgili hazırlık yaptık. Okulun açılmasına iki
gün kala simit ettiğimiz yataklarımızı, bavullara koyduğumuz elbiselerimizi,
turşumuzu, pekmezimizi, tarhanamızı ve bir tabla içindeki yufka ekmeğimizi
Çakılı Osman’ın otobüsünün üstündeki bagaja yükleyerek şehre getirdik.
Kullanacağımız soba ile yakacağımız odunu daha sonra babalarımız getirecekti. Babalarımız
bizi eve yerleştirip köye dönünce Abdurrahman’la baş başa kaldık. Abdurrahman
bir yıl önce şehre geldiği için tecrübeliydi. Ev ve okul yaşantısı konusunda
bana abilik, dolayısıyla rehberlik yapıyordu. Pazar günü akşam iki tane pide
alıp, köyden getirdiğimiz kabarcık üzümüyle yiyerek akşam yemeğini
geçiştirdik. Abdurrahman pazartesi gün
doğmadan önce uyanıp çayımızı pişirmiş, kahvaltımızı hazırlamış, ekmeğimizi almış,
sonra da beni uyandırmıştı. Birlikte güzelce kahvaltımızı yaparak okula gittik.
Okula giderken Ortaseki, Devecilli ve Batıpark
semtlerinden geçtik. Abdurrahman geçtiğimiz yolları bana turist rehberi
edasıyla tanıtıyordu. Okula vardığımızda ortaokuldan sınıf ve üst dönemden bazı
arkadaşlarımı gördüm. Bu arkadaşları gördüğüme çok memnun oldum ve sevindim.
İlk gün ders işlenmedi. Ben bu boşlukta ders göreceğim sınıfı, çalışacağımız
atölyeyi, yemekhaneyi, kantini ve spor salonunu öğrenmiş oldum. Ayrıca
alacağımız kitapların listesini yazdım. Tesviye atölyesinde gördüğüm torna,
matkap, fireze gibi kocaman makineler ilk günden dikkatimi çekerek, beni
heyecanlandırmaya yetmişti. Abdurrahman elektrik bölümünde okuyordu. Okul
çıkışı Abdurrahman’la buluşup eve döndük. Okuldaki ilk gün benim açımdan güzel
geçmişti. Abdurrahman akşam yemeğimizi hazırladı ve birlikte sessiz sedasız
yedik. Bulaşıkları tulumbadan çıkarttığım su ile ben yıkadım. Yemekten sonra
günün değerlendirmesini yapıp, çayımızı içip erkenden uyuduk.
Böylece lise yaşamım başlamış
oldu. Kısa bir süre içinde sınıf arkadaşlarım ve öğretmenlerimle kaynaştım.
Müdür yardımcımız Şaban Kaptanoğlu sabah içtimalarında dikkati bana çektirdiği
için, bir ay sonra okulun hepsi beni tanıdı. Öğle yemeğini okulda ücretsiz
olarak yemem benim için önemli bir avantaj sağlıyordu. Abdurrahman’la
derslerimizi düzenli olarak çalışıyorduk. Bazı sıkıntılarımız olsa da,
günlerimiz mutlu geçiyordu. Mesela evimizde masa olmadığı için teknik resim
çizimlerimizi köyden getirdiğim babamın tahta bavulunun üzerinde yapıyorduk.
Ütümüz olmadığı için pantolonlarımızı yatağımızın altına koyarak ütülüyorduk.
En büyük sorunlarımıza bile, kendi şartlarımız içinde çözüm üretiyorduk. Karşılaştığımız
en büyük sıkıntıları el birliği içerisinde ilk hamlede tuş ediyorduk. İçinde
doğduğumuz Toros dağlarının kırsal ve zor şartlarından kurtulmanın tek yolu
okumaktı. Başka bir çaremiz yoktu.
Mahalledeki komşularımızla on
beş gün içinde güzel ilişkiler kurduk. Ev sahibimizin gelini Fatma abla
bulaşıklarımızı yıkamaya, evimizi
temizlemeye başladı. Hele karşı komşumuz Dönüş Teyze öz anamız gibiydi.
Haftanın en az üç günü bize akşam yemeği getirirdi. Kendi evinde pişirdiği
yemek etsiz, yağsızsa bize başka komşulardan yemek tedarik ederdi. Komşulardan
yemek alırken” bacım bunlar bizim mahallenin talebeleri tama” derdi. Bize yemek
vermekten imtina eden komşulara da kendi üslubunca sinkaf ederdi. Dönüş Teyze
deli dolu bir insan olduğu için komşular ondan bayağı çekinirlerdi. Köyden getirdiğimiz
elma, ayva, üzüm gibi meyveleri Dönüş Teyze bize yemek veren komşulara adil bir
şekilde dağıtırdı. Caminin yanındaki tenekeden yapılma büfede iki ayağı sakat
bir amca ekmek satardı. Mahallenin eksiksiz olarak tamamı ekmeği bu büfeden
alırdı. Biz de ekmeği bu büfeden almaya başladık. Fırıncı ekmeği sabah namazı
vakti büfenin önüne bırakır, biz büfeyi işleten amca geç kaldığı için ekmeği
elimizle alır, kahvaltımızı yapar okula giderken ekmeğin parasını öderdik.
Büfeci iş yerine gelmeden bütün ekmekler tükenir, ancak bir tane dahi ekmeğin
parası zayi olmazdı. O zamanlar Karamanlı mahallesinde çok muntazam şekilde
kolektif bir ruh vardı. Mahallenin tamamı bir aile gibiydi. Kiracı ve öğrenci olduğumuz halde, bizde bu kervana
kısa bir süre içerisinde katılmış olduk. Yaşamımızı mahallenin sosyal
şartlarına göre uyarladık. Bu nedenle Karamanlı Mahallesinde mutlu bir yıl
geçirdik. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçtiği halde Karamanlı mahallesine
mensubiyetimiz devam etmektedir.
Şehir hayatına ve okula uyum
sürecinde Abdurrahman bana önemli katkılar sağladı. Zaten bir ay gibi kısa bir
sürede ben köyden getirdiğim bütün tedirginlik ve utangaçlık emarelerini
üzerimden attım. Öğretmenler ve okul yöneticileriyle teşriki mesai eden gözde
öğrenciler arasında yer almaya başladım. Girmiş olduğumuz birinci yazılı
imtihanlarında almış olduğum notlar sınıf ortalamasının bayağı üzerindeydi.
Ancak, atölye derslerinde aynı başarıyı sağladım desem kuyruklu yalan olur. Atölye
dersinde eğeleyerek demirden çekiç, fıstık kıracağı gibi ürünler yapıyorduk.
Ben yapmış olduğum malzemelerde gerekli olan milimetrik estetiği sağlamakta
sıkıntı çekiyordum. Öğretmenler okuduğum şiirlerin hatırına geçmeme yetecek beş
puanlık notu kerhen veriyorlardı. Her şeye rağmen sınıftaki başarılı öğrenciler
arasında yer alıyordum. Hafta sonları köye gidiyor, köyde hem elbiselerimizi
yıkatıyor, hem de yiyecek ihtiyaçlarımızı ve olduğu kadarıyla harçlığımızı alıp
getiriyorduk. Aralık ayının sonuna doğru sınavlar nedeniyle bir hafta sonu köye
gidemedik. İkinci hafta Cuma gününe kadar evimizde yiyecek hiçbir şey kalmadı.
Abdurrahman Cuma günü öğleden sonra Kumaşır Köyündeki akrabalarının yanına
gitti. Ben Cuma günü öğleden sonra saat beşe kadar sınavım olduğu için şehirde
kaldım. Sınav bitince eve geldim. Evde kullandığımız tüp bitmiş, yiyecek hiçbir
şey kalmamıştı. Dönüş Teyzede köye gittiğimizi sanıp yemek getirmemişti.
Torbanın dibinde kalan bir avuç siyah üzüm ile sabah kahvaltısından kalan çeyrek
ekmeği yiyerek azda olsa açlığımı yatıştırdım. Yalnız olduğum için kitap
okumadan, ders çalışmadan erkenden uyudum. Sabah uyandığımda açlıktan
sancılanıyordum. Köye gitmek için verecek yol paramda yoktu. Yol parası olsa otogara
varıp, Afşin-Elbistan otobüsleriyle köye gidebilirdim. Ancak; para olmadığı
için öğleden sonrayı bizim köyün otobüslerinin hareket saatini beklemek
zorundaydım. Karnımı doyura bilmek için ne yapacağımı düşünmeye başladım.
Sonunda Yürük Selim Mahallesinde oturan arkadaşım Cuma’nın evine gitmeye karar
verdim.
Cuma Afşin’li hali vakti yerinde bir ailenin
çocuğuydu. Aynı zamanda yardım sever, cömert bir insandı. Daha önce beni birkaç
defa evine götürüp ağırlamıştı. Evimden çıkarak Kısıkkaya ya doğru yürümeye
başladım. Yolda yürürken düştüğüm duruma çok üzülüyordum. Cuma evde miydi, evde olsa bile aç olduğumu söyleyebilir
miydim gibi aklıma bir çok soru geliyordu. Bu nedenle ayaklarım Cuma’nın evine
doğru gitse de, beynim gitmek istemiyordu. Ayaklarım üç adım ileri iki adım
geri atıyordu. Adeta ruhum ile bedenim kavga ediyordu. Bu arada Mağralı
Çarşısına çoktan varmıştım. Menekşe Paçacının karşısındaki dolmuş durağında
bizim köylü Cihangir Ustayı gördüm. Cihangir Usta hem akrabam, hem de sevdiğim
bir insandı. Cihangir Ustanın tam yanına vardığımda;
Ben: “Selamünaleyküm Cihangir
Abi” diyerek, Cihangir Ustanın elini öptüm.
Cihangir Usta:” Ve
Aleykümüsselam yeğenim, nereye gidiyorsun böyle?” diyerek selamımı aldı,
hatırımı sordu.
Ben: “Bir arkadaşımın yanına
ders çalışmaya gidiyorum abi” dedim. (aç olduğumu söyleyemedim)
Cihangir Usta: “Çok güzel
yeğenim, çalışın, okuyun adam olun. Biz okuyamadık bari, siz okuyun” diyerek
bana nasihat etti. (Bu sırada elini cebine sokarak bin lira para çıkarttı ve
parayı bana uzattı.)
Ben: “ Sağ ol Cihangir Abi,
harçlığım var,” diyerek parayı almak istemedim.
Cihangir Usta: “ Şimdi sana iki
tokat atarım” diyerek, parayı cebime soktu.
Ben: “ Teşekkür ederim Cihangir
Abi” diyerek yoluma devam etmek istedim.
Cihangir Usta: Cebinden bir
kart çıkartarak “ bu kartı al, benim eski sanayide dükkanım var, bir ihtiyacın olursa
yanıma gel” şeklinde tembihte bulundu.
Ben gayet mutlu bir şekilde
Cihangir Ustanın yanından ayrılarak yoluma devam ettim. Bin lirayı alınca arkadaşımın
evine hiç gitmedim. Meslek Lisesinin yanından aşağı inip, Batı Park’tan Orta
Seki’den geçerek evime döndüm. Cihangir Ustanın verdiği parayla yüz gram çay,
yarım kilo şeker, iki yüz elli gram peynir, yarım kilo zeytin ve bir tane ekmek
aldım. Tüpçüye giderek tüpü değiştirdim, sonrada güzelce bir kahvaltı yaptım. Kahvaltıdan
sonra, köy otobüslerini beklemek üzere yürüyerek Eski Hal’e indim. İlk sırada
kalkan Hacı Polat’ın otobüsüne binerek köyüme gittim.
Hatırıma geldikçe uzun uzun düşünürüm.
Benim aç kalmam sonucu arkadaşım Cuma’nın evine gidip, gitmeme konusunda
tereddüt ederek ikileme düşmem, tam bu sırada Cihangir Ustanın karşıma çıkarak
bana para vermesi, bir tesadüf müydü? Yoksa, yaşadığım önemli bir tevafuk
muydu? “ Kul sıkışınca Hızır yetişir” derler. Cihangir Usta benim dara
düştüğümde karşıma çıkan bir Hızır mıydı? İlmim yetersiz olduğu için kendi
sorularıma cevap veremem fakat bu olayı ruhumum derinliklerinde, güzel bir
hatıra olarak yaşatırım.
O yıllarda ve daha önceki tarihlerde
Anadolu’nun köylerinden kasabalarından ortaokul, lise okumaya gelen milyonlarca
öğrenci mutlaka benimle aynı kaderi paylaşmıştır. Birçoğunun anıları
benimkinden daha acı ve daha dramatiktir. Sizlerde benim gibi veya benimkine
benzer anılar yaşamışınızdır. Yaşamayanlarda akrabalarından ve yakın
arkadaşlarından mutlaka benzer hikâyeler dinlemişlerdir. Darda kalan her
öğrenciye yardım eden bir Cihangir Usta olmuştur. Ben kısmet olup Cihangir
Ustaya bir iyilik yaparak borcumu ödeyemesem de, muhtaç olan insanlara yardım ederek
Cihangir Ustanın gösterdiği yolda yürümeye devam ediyorum.
Liseden sonra üniversite
eğitimimi de tamamlayıp öğretmen olarak göreve başladığım sene Dönüş Teyzeyi
ziyarete gittim. Ziyarete gittiğimde Dönüş teyzenin öldüğünü ve hiç çocuğunun
olmadığını öğrendim. Öğrencilik yıllarımızda bize analık yaparak, analık
özlemini bu şekilde giderdiğini diğer komşulardan öğrenince, üzüntüm bir kat
daha arttı. Yaşı benden büyük olduğu halde bana hizmet Abdurrahman da genç
yaşta ahirete intikal ederek, Rabbine kavuştu. Allah iki sininde mekânlarını
cennet etsin. Bana bin lira harçlık vererek, gönlüme taht
kuran Cihangir Usta ise Maraş’ta emekli bir insan olarak yaşamına devam
etmektedir. Bu vesileyle Cihangir Ustayı
da saygıyla yad ediyorum.
Sizlere de” iyilik yapın denize
atın, balık bilmezse de Halik bilir” diyorum.
Hepinize mutlu ve aydınlık
yarınlar diliyorum.
Teyfik bey; harika hatıralar paylaşıyorsun, zevkle okuyoruz, iyi günler dilerim.
YanıtlaSilSonuna kadar okudum özetle çok harika bende Ahmet beyle sizin sayenizde oğlumu tanıştırdı Ahmet abi ve değerli eşleri hanımefendi benim yokluğumda arkadaş oldular onu ünüversite yıllarında 4 yıl yalnız bırakmadılar bende bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım saygılar selamlar
YanıtlaSilIyilik ve güzellikler her daim yaşasın. Gönlüne, diline sağlık
YanıtlaSil