-Allah
bir daha göstermesin bu millete.
-Âmin.
-En
ağırını da bizim gibi taşrada bin bir çeşit imkânsızlık içinde hizmet vermeye
çalışan; hedefleri, prensipleri olan insanlar yaşadı.
-Haklısınız.
O, insanı zelil eden, insanlığından utandıran muameleler en çok sizleri
etkilemiştir.
-Maalesef
öyle oldu. Bir tarafta sana oy vermiş, senden hizmet bekleyen insanlar, diğer
tarafta; insanı insan yapan bütün değerleri yok etmiş, rafa kaldırmış, utanmaz,
sırıtkan azınlık bir güruh. Bu aziz milletin şerefli, kahraman çocuklarını
alçak emellerinin kurbanı da ettiler aynı zamanda. Neredeyse o aslan parçası
delikanlıları ve başlarındaki yiğitleri de millete düşman ediyorlardı.
-Şükür
çabuk bitti de kurtulduk. Bin yıl sürmedi. Tek tesellimiz her birinin bir
taraftan cezalarını çekmesi oldu.
-Evet,
ama o kadar acı olaylar yaşadık ki tarifi imkânsız. Düşünsenize, -sözüm ona-
belediye başkanısınız makam odanızda oturuyorsunuz. Görevli arkadaş “filan
teyze geldi başkanım” diyor. “Buyursun” diyorsunuz. Ali kapıyı kapatıp çıkıyor.
Az sonra kapı çalınıyor. Gidip siz açıyorsunuz. Karşılayacaksınız aklınız sıra;
yaşını başını almış ağzı dualı yüzü nurlu, cebinde her zaman çocuklara verecek
üç beş şekeri, konuştuğu insanlara getirecek meseli bulunan teyzeyi. Ne görseniz
beğenirsiniz? Karşınızda bir hortlak! Yetmiş yaşlarında yeryüzünde hiçbir şeye
benzemeyen bir şey! Başından fesini, beyaz tülbendini dışarıda çıkartmış,
incecik beliklerini bozmuş; yarısı ak, yarısı kınalı saçlarını omuzlarına doğru
yaymaya çalışmış. Ayakkabılarını çıkartıp paspasın önüne koymuş. Aman Ya Rabbim
bu nasıl bir görüntü? “Televizyonda duydum çocuğum şeş -tülbent- yasakmış...”
-Off… Yerin dibine batsın senin
yasağın.
-Neyse. Yaramızı açtın. Ben gidip
çayları tazeliyeyim.
-Teşekkür ederim. Siz çay
doldurmaya gidince fırsattan istifade ben de hikâye listenize bakıyordum. Şu
nasıl bir hikâye?
-Bu mu? Güzel. Güzel... Biraz
önce konuştuğumuz mevzuu.
-Tevafuk olmuş. Şu akçe-i
hikâyeyi size takdim edeyim. Telefonumu Uçuş Moduna alayım da kayıt esnasında
arayan olmasın.
-Bırak Allah’ını seversen akçeyi
makçeyi dertleşiyoruz şurada. Konuşmamızdan sen bir şeyler çıkartırsan çıkart,
hikâyeni yaz. Çaya gittim, aklımdaki esas lafı unutuyordum hazır:
Komutanlarından biri girdi içeri. Hoş lafını ettiğimiz zamanda bunların
ekibinden, sırtına boz bir elbise geçiren herkes kendini komutan ilan ederdi.
Öyle.
Dümdüz.
Kapı çalma filan yok.
Kendi evine, çocuklarının odasına
bile öyle habersiz giremez.
Ayağını ayağının üstüne değil de
boynumuza atar gibi bir edayla, oturduğum masanın sol tarafındaki koltuğa
kuruldu. Aramızda daha önce de bazı tatsız konuşmalar olduğu için direkt konuya
girdi. Karakola gönderdiğimiz briketleri örmeye kum ve çimento lazımmış.
Komutan gelecekmiş. Yarına temin etmeliymişiz.
Henüz briketlerin bedelini bile ödeyemediğimizi
ne çimento alacak ve ne de traktöre yakıt alacak paramızın olmadığını söyledim.
Kurban Bayramı’na kısa bir zaman kaldığını, personele kurbanlık parası temin
edeceğimi, hiçbir yere hiçbir ödeme yapmama imkân olmadığını izaha çalıştım.
Kime ne anlatıyorsun ki? O kadar lafın bir harfi bile kulağına girmedi adamın.
İş ciddileşti. Seslerimiz yükseldi. Ve adam gemi azıya aldı ‘Ya öyle ya böyle
yarın bekliyorum.’ deyip çıktı odadan.
Ya öyle ya böyle… Ne yaparsın?
Bir dilekçenin başında bağlı çeker gidersin amma olmaz ki. Nereye gideceksin?
Gittiğin yerde rahat mı bırakacaklar?
Aradan yirmi küsur yıl geçmiş
atıp tutmanın da âlemi yok. Bakmayın ‘Ben şöyle attım böyle tuttum.’ diyenlere,
bunların birçoğu heriflerin şapkasını gördü mü kaçacak delik arardı. Fabrikalar
bile emekli cenneti olmuştu. Kendi genel müdürlerinin karşısında esas duruşa
geçerdi patronlar.
Hele Ankara’da bakanlıklarda ve
genel müdürlüklerde öyle tipler vardı ki, -gerçi bu tipler hâlâa var- bunlar
gelmeden önce; odasında paçalarını ve kollarını çemrer, kravatını göbeğinin
üstünden gömleğinin içine sokar, ayağına her adımda ses çıkartacak bir terlik
geçirir, kendisine en uzak lavaboya kadar gider; yolda, -‘Yol’ diyorum çünkü
yürüdüğü koridorun sağında ve solunda nereden baksanız otuz kırk oda var;
gösteri yapılacak muazzam bir pist yani.- neyse, yol boyunca makamı kendisinden
yüksek olan ne kadar amir varsa, onların kapılarının önünde bir punduna düşürür,
birini bulur içeridekinin de laftan mahrum kalmaması için bağıra bağıra, vaktin
yakın olduğunu, kendisinin de abdest almaya gittiğini ilan eder. Abdestini
aldıktan sonra abdest azalarını kurulamadan yine aynı güzergâhtan,
parmaklarından suları damlata damlata odasını gelir. Hele namaz esnasında
bildiğin bir müezzinlik yarışı olurdu. Daha millet Allahümmesalliye geçmeden
kaşla göz arasında en az iki kişi kamet getirmeye başlardı. Haneniz harap
olmaya sünneti sade İhlasla mı kıldınız? Baskın çıkan devam eder; diğeri
sonraki namazda daha atik davranıp müezzinliği kapmak hesabıyla, bir yüzü ağlar
bir yüzü güler diz çökerdi, genel müdürün yeni değiştirmiş olduğu mescit
halısına.
-Eee. Bunlar gelince onlara ne
oldu?
-Ne olacak. Döndürdüler
sırtlarındaki davulu öbür tarafını çalmaya başladılar. Hoca’nın ardında yer
kapmak için kendini helak edenler; yeni ekiplerin toplantılarında, balolarında
dans edip, verilen nutuklara veciz sözleri allayıp pullayarak cumhuriyet tarihi
derslerinde ne kadar başarılı olduklarını gösterir oldular.
Masalarının ardındaki duvarda
resim bulunmayanlar resim astı. Resim olanlar silip temizleyerek iman
tazelediler.
NOT: Satılan, anlatılan ve
yazılan hikâyeler tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası
yoktur. Hiçbir hayvana zarar verilmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder