/Tercümanın Saçlarına Şerh Denemesi/
Tercümanlarınızdan tek şair
olanı, saçları değirmende ağıranı, eli mızrap tutup onu da tambur tellerine
vuranı, Nahırönü’nün tek Ferhat’ı, “İhtiyar bakışlarımın müsebbibi ağır
taşlardır” demiş.
Bu dizeler bin yıllık hakikati
çağrıştırıyor değil mi Ahmet abi. Ferhat deyince akla önce dağların heybeti
sonra da taşların sesi gelmez mi? Çeliğin taşlara her değişinde kıvılcım olup
aydınlattığı yalan dünya, sonra taştan daha katı kalplere yönelip her vuruşunda
kıvılcımsız çarpışmalara sahne olan mahzun dağlar. Ferhat’ın serencamı değirmende
devam ediyor Ahmet abi. İnsanlık ne ağaran saçları ne de ihtiyar bakışları
anlamadı. Dağlar delindikçe saçları ağardı Ferhat’ın, kayalar koptukça kıvılcım
kıvılcım bakışları ihtiyarladı. Şimdi kayalarda kaybolup değirmende raks
ediyor. Gönlünü eritip çeliğe akıtan, taşlara vurdukça cümle
gönüllerden ses bekleyen ama tek bir nefes işitmeyen Ferhat, şimdilerde derdini
buğdaylara anlatıyor. O döndükçe buğdaylar eriyor, buğdaylar eridikçe o
dönüyor. Bu gönlün yankılarıyla eriyen dağları göremeyen insanlık şimdilerde
durmaksızın dönüp erittiği derdinin ekmeğini yiyor. Talih değişmeyecek belki
de, insanoğlu ne eriyeni ne de yediği ekmeği görmeyecek.
Ferhat’ın parmakları nasır
tuttu Ahmet abi. Hâtıraların çuvallandığı hangarlarda ter döküyor şimdi. Gönülleri
düğümlenen kalabalıkların çuvallarıyla meşgulken yine yılmıyor. Her bir çuvalı
tekrar tekrar sırtlayıp yüksek yerlere taşıyor. Gökyüzüyle buluşturup âlemi
seyrettiriyor ama nafile, gözler kapalı gönüller düğümlü bugünlerde.
Hatıralarını müsvedde çuvallara layık görenler düğüm attıkları kayışları en
kalitelilerinden seçiyor. Öyle ya dağların eriyişine gözlerini kapayan,
kayaların parçalanışına kulaklarını tıkayan zalimlik Ferhat’ın parmak uçlarına
niye acısın ki. Düğümler mühürlü gönüller kadar sert ama Ferhat bin yıl önce
olduğu kadar mert. Kanayıp kanayıp nasır tutan parmakları dağların yalçın
kayalarından alışkın bu sertliğe. Haykırışlarını o tepeden bu tepeye taşıyan
rüzgarlar birbiriyle yarışıyor alnında çağıldayan terleri silmek için.
Rüzgarlar Ferhat’ın alnını arıyor hamura dönmesin diye tozlu hatıraların
düğümlenmiş katılığında. O dermanının derdini arıyor. Dönen devlüple
dertleşiyor, dertleştikçe dönüyor, döndükçe devleşiyor. Devleştikçe eğiliyor,
eğildikçe devleşiyor. Şimdi dert vakti geliyor yani dermanının ilacı, ekmeğinin
sancısı.
Ferhat kuruyan kanının yeniden
nasıra döndüğü parmaklarıyla mızrabını tutuyor. Tamburuyla dertleşiyor şimdi,
teller hocamın sızısını haykırıyor. Celâl 0ğlan’ın ağdını damlatıyor
pınarlarından. Yemen sıcağıyla kavuruyor yüreği yanında olanları. Kırmızı
güllerin dikeni delip geçiyor nasırlarını, kanadıkça daha bir güzelleşiyor
mızrabın telleri sevişi..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder