Sanal Olmayan Reel Amet Ağbi’ye Sunulmak
Üzere Mektubumdur
Mehmet Muharremoğlu Eliyle
Ahmet
ağbi evin balkonuna çıkıp Sır barajı üstünden Batı köylerine doğru bakıyorum,
sizin köylere doğru. Dağlar, karşı yamaçlar ne kadar da berrak gözüküyor bugün,
bizim o iki Hasanın köylerine aşan yollar gözüküyor, nerdeyse yol kenarındaki
çam ağaçları sayılacak kadar net ve berrak. Birde şehrin üzerine doğru baktım
orası da dumduru berraklıkta ve net. İlk defa tabiatı doğal renkleriyle
görüyorum. Bugüne kadar hep gözlerimi suçluyordum, dünyayı hep sisli, puslu,
dumanlı ve kirli görüyor diye. Meğerse suç gözlerimde değil doğanın
kendisindeymiş. Meğerse dünya kirliymiş.
Sonra
bu işin müsebbibi yine bizleriz diye düşündüm. Meğerse insanoğlu aradan
çekilince dünya tertemiz oluyormuş. Şimdi dünyanın kara olmasının ya da
kaderinin kara olmasının sebebi bizler mi oluyoruz Ahmet Ağbi? Kafamda hep bu
maluhülla sorular, konular dönüp dururken sana yazmaya karar verdim.
Bu
yüzden mektuba da selamsız sabahsız bir giriş yaptık saygısızlık ettik
bağışlana, affoluna. Bu vesileyle sizlere dostlara selamlarımı sunar afiyet ve
sıhhatler dilerim. İnşallah afiyettesiniz Ağbi. Dostlar bir aylık bir acıya,
hasrete bile dayanamadan sanal dükkan diye birşeyler icat etmiş, sanırım bu
icat sizlere de bir nebze iyi gelmiş, şifa olmuştur. Olmasını da dilerim.
Ahmet
abi “Allah kimseyi de gördüğü günden geri koymasın” diye bir laf var hani. İşçi
olsun emekçi olsun yanaşma olsun, hamal, amele, ırgat, sporcu, maraba, esnaf,
kamu çalışanı olsun, şair, yazar, fikir erbabı olsun, bilim adamı, ağa ve hatta
beg olsun kimse gününden geri kalmasın. Bizim elimizden tutup bize günü
gösteren, coşmuş ırmaklar geçiren, durgun deryaları aşıran, sisli boranlı
havalarda bize pusula olan, fikir talimlerinde yıkmayı yıkılmayı ve sonra
dizlerimiz üstünde nasıl kalkılır onu bizlere öğreten sen oldun. Bütün bu
meziyetleri biz senden öğrendik. Dahası bizi Bir Hocama götüren
eller senin ellerindi.
Ahmet
Ağbi, diyorum hani şu son zamanlarda bu dünyanın başına musallat olan virüs
denen gözle bile görülmeyen yaratık bir an görünür hale gelse yok etmenin
çareleri ne olabilir acaba? bu virüsü Ahmet ağbiye teslim etseler
diye düşünmedim değil düşündüm de. acaba “git efendi işine sen
sağ ben selamet” mi derdin? ya da “sakın karşıma çıkma
seni Ramazan davulcusuna dönderirim” mi derdin? Bu soruları sorma
cesaretini kendimde bulduğum için bağışlıyasın.
Ahmet
ağbi bu virüs görünen bir mahlukat olsa belki de, çakmakla gaz kaçırıp
kaçırmadığını denediğimiz tüpün ağzına koyar havaya uçururduk. Belki tankın
namlusuna koyar sol elimizi tanktan dışarı çıkarır bir sigara yakar öylece
hedefe nişan alır ateşlerdik. Bu millet ne zorluklarla baş etmedi ki Ağbi, hem
ne çileler ne dertler görmedi ki. İçten ve dıştan ne hainlerle boğuşmadı ki,
değil ki görünen bir virüsle baş edemesin.
Belki
de virüs bizi sever zarar vermezdi, belki de şahin taksimizin arka
camına “virüs sen sağ elini bozkurt işareti yap ben sol elini
bırakırsam namerdim” yazardık.
Sen
hatırlarsın Ağbi; siyah beyaz bir filimdi, esas oğlanın sevdiği kızı toprağa
gömüp kafasına da bir sepet geçiriyorlar, sepete de bir papatya çiçeği
takıyorlar sonra da oğlana atış yarışması bahanesiyle çiçeğe ateş ettirip
sevdiğini oğlanın kendi eliyle vurdurup öldürtüyorlar. Bu arada tüm
sinemadakiler “sıkma sıkma lan” diye avaz avaz bağırıyordu. Esas oğlan bir kere
tetiğe basmıştı. Bizim kaderimiz de bunun gibi bir şey mi Ağbi? Atıcılığımızın,
yiğitliğimizin cazibesine kapılarak bilmeden kendi sevdiğimizi mi vurduk?. Ve
medeniyetin katili. Yaşasın cehalet.
Ahmet
Ağbi bir yukardaki paragraf mektuba sonradan yapıştırma gibi duruyor
farkındayım. Biz yine en iyisi mi kamuoyunun şu anki en büyük problemi olan
konuya dönsek diyorum.
Dünyadaki
bütün korona virüsleri toplasak altı astarı bir gram bile etmez, ama bütün
dünya milyarlarca tonluk topuyla, tankıyla, milyarlarca sayıda laboratuvarları,
milyarlarca kiloluk ilaçları, aşılarıyla bir virüsle baş edemiyorlar. Yoksa bir
yerlerde yanlış mı yapıyorlar?
Ahmet
Ağbi. Yoksa çareyi Hilleli şair Mehmet efendi / Fuzulinin dediği gibi aşkta mı
arasalar?
İlim kesbiyle paye-i rif’at
Bir
hayal-i muhal imiş ancak
Aşk
imiş her ne var alemde
İlim
bir kıyl ü kal imiş ancak
Fuzuli
Mesela
virüsü aşk dolu fikir talimlerine gönderseler. Kim bilir belki virüs sizin
fikir talimlerinizi merak eder o da dostlarla birlikte sohbete muhabbete
katılır, dükkan atmosferinde mutasyon geçirerek iyi huylu biri olur. Zaten tıp
otoriteleri fazla sıcaklığa ateşe dayanamadığını idea ederler. Belki de
Dükkandaki ateş doksan yüz dediğinde zavallı virüs ya geldiğine pişman olup
gider, ya da aşk ile yanıp gider.
Ehl-i
dildir diyemem sinesi saf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf
değil
Nef’i
Sonsuz
saygı ve selamlarımı sunar şahsınızda size ve bütün dostlara afiyet ve sağlık
dilerim.
28.04.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder