Anı Hikâye/
Benim çocukluğumda bizim
bölgenin çocuklarını ilkokuldan sonra pek okutmazlardı. Okutmazlardı dedimse
bizim köyden ortaokula giden öğrencilerin sayısı bir elin parmak sayısını
geçmezdi. Babamın da beni ortaokula göndermeye
ne niyeti nede imkânı vardı. Göndereceğim dese bile buna kimse inanmaz, hatta
Yahya Mehmet çocuğunu ortaokula gönderecekmiş! Diye, alay edenler bile
olabilirdi. Çünkü babam bizim köyün en saf, en gariban insanlarından biriydi.
İlkokul öğretmenim Ömer beyin yoğun gayretleri sonucu babam beni ortaokula
göndermeye karar verdi. Öğretmenimin benimle ilgili hayali çok büyüktü.
Öğretmenim ileride benim subay olmamı, Gürsel Paşa gibi kağnı tekeri kadar
şapka takmamı istiyordu. Yanında kalacak bir yakınım olmadığı için şehirde
(Kahramanmaraş’ta) okuma şansım yoktu. Bu nedenle babam beni komşu köyümüz
Tekir’de bulunan ortaokula kayıt ettirdi. Benim ortaokula kayıt olmam ilkokul
arkadaşlarım arsında, hatta bütün köyde büyük yankı uyandırdı.
Ortaokulda okuyacağım Tekir
Köyü; buz gibi akan kaynak suları, yaz mevsiminde serin olan havası, coğrafi
konumunun güzelliği, kırmızı benekli alabalığı ve kuzu etlerinin lezizliğiyle
bölgemizin önemli bir turizm merkezi sayılıyordu. O zamanlar Tekirde
şehirlerarası yolcu taşıyan otobüslerin mola verdiği altı adet lokanta, ekmek
üreten üç tane fırın, beş tane kasap, dokuz tane bakkal ve değişik alanlarda
ticari faaliyet gösteren otuzdan fazla iş yeri bulunuyordu. Ayrıca ortaokul,
sağlık ocağı, orman fidanlığı, jandarma karakolu, ptt gibi birçok kamu kurumu
vardı. İç Anadolu’yu Akdenize bağlayan karayolunun Tekirden geçmesi nedeniyle
her gün yüzlerce otobüs Tekirde mola veriyordu. Günde binlerce insanın yolculuk
nedeniyle buraya uğraması Tekiri cazibe merkezi haline getiriyordu. Tekir o
günkü şartlarda pek çok ilçeden gelişmiş durumdaydı. Tekirde ortaokulun
bulunması hem Tekir, hem de komşu köylerin çocukları için önemi bir avantaj
sağlıyordu. Bende Tekir Köyü Ortaokuluna kayıt olarak bu avantajdan yararlanmış
oldum.
O sene bizim köyden üçüncü
sınıfta üç, ikinci sınıfta iki ve birinci sınıf okuyan bir(ben) kişi olmak
üzere toplam altı kişi ortaokula gidecektik. On dört eylül pazartesi günü
okullar açılacaktı. Babam beni
ihtiyaçlarımı almak için cumartesi günü şehre götürdü. Belediye çarşısındaki
bir mağazadan bana bir takım elbise, iki gömlek, bir kravat ve bir de kundura
aldı. Elbiseleri deneme amacıyla giyince bile dünyalar benim olmuştu. O gün
benim gibi binlerce öğrenci okul ihtiyacı için mağazalardan alış-veriş
yapıyorlardı. Mağazanın tezgâhtarları elbiseleri güzelce paketleyip çantayla
elime verdiği halde ben çantaları kucağımda taşıyordum. Şehirdeki işlerimizi
bitirince, köy postasına binip akşamüzeri köyümüze
döndük. Elbiseleri annem görsün diye
akşam yeniden giyindim. Ben kravatı takınca anamın sevinçten gözlerinden yaş
geldi. Babamın da gözlerinin dolduğunu fark ettim. O akşam anam, babam,
kardeşlerim ve ben anlayacağınız ailecek hepimiz çok mutlu olduk. Kunduralarımı toz olmasın diye anamın çehiz
sandığına sakladım. Elbiseyi ve gömlekleri mağazadan verilen askıya güzelce
yerleştirip itina ile kapının arkasındaki çiviye astım. Üzerine de beyaz bir
bez örttüm. Nasıl seviniyordum, dünyalar benim oluyordu. Yatağa yattım, heyacandan gözlerime uyku girmedi. Bir gün
sonra ortaokul üçüncü sınıfta okuyan Mehmet Purtaş’ın yanına gittim. Mehmet
Purtaş ortaokulda okuyan bütün arkadaşları köy meydanına topladı. Okulla ilgili
neler yapacağımızı biraz konuştuktan sonra, bir gün sonra saat yedide Yarma
Durağında bir araya gelip, okula topluca gitmeye karar vererek dağıldık. Ben
hemen eve gittim. Akşam yemeğini yedim. Arkadaşla konuştuktan sonra önceki
akşama göre heyecanım biraz azalmıştı. Yatağa yattım. Babam beni sabah ezanı
okunurken uyandırdı. Annem kahvaltımı hazırladı. Kahvaltımı acelece yapıp güneş
doğmadan Yarma Durağına koştum.
Yarma Durağına ilk önce ben varmıştım. Biraz sonra diğer arkadaşlarda geldiler. Asfalttan Tekir istikametine doğru yürümeye başladık. Gittiğimiz yolun sağ tarafı Alaçayır Deresi, sol tarafı Kasımoğlu Tepesiydi. Alaçayır Deresinin etrafı çınar ağaçlarıyla kaplıydı. Dereden akan az miktardaki su yüzümüzü serinletirken, Kasımoğlu Tepesindeki çam ağaçlarının gölgesi içimizi ferahlatıyordu. Yoldan aşağıya, yukarıya doğru giden arabalar sabah sessizliğini ziyadesiyle bozuyordu. Özellikle rampaya yukarı giden yüklü kamyonlar bizimle yürüme yarışına girmişçesine çok yavaş ilerliyorlardı. Biz yolun banketinde hızlıca ilerlerken, yol kenarında karşımıza çıkan küçük kebap lokantalarının o saatteki ıssızlığı dikkatimizi çekiyordu. Alaçayır’a vardığımızda evlerin önündeki elma bahçeleri ve yolun alt tarafında kalan üzüm bağları bölgenin güzelliğine adeta ayrı bir hava katıyordu. Ben daha önce sapa bir yerde olduğu için ortaokul binasını hiç görmemiştim. Ortaokulun üç katlı kocaman bir binasının olacağını tahmin ediyordum. Çünkü Maraş’ta yatılılık sınavına girdiğimiz ortaokulun binası kocamandı. Bana göre Tekirde de öyle devasa bir ortaokul binası olmalıydı. Yolculuğumuz hızlı bir tempoyla devam ederken birden bire Ak Gedik Tepesine çıktığımızı fark ettim. An itibariyle yolun yokuş olan kısmı bitmiş iniş kısmı başlamış oluyordu. Yolun iniş kısmı da beklediğimden kısa sürdü. Rampanın sonuna geldiğimizde Karayolları Binasının önünden sol tarafa dönüp asfalt yoldan ayrılarak tali bir yolla Tekir köyünün içine girmiş olduk. Kimisi çatılı kimisi toprak köy evlerinin arasından bir yay çizerek ilerleyip biraz sonra kubbesi ve minaresi olmayan yeşil boyalı bir camiye ulaştık. Arkadaşlar okula geldik dediler, ben önce inanmadım fakat caminin giriş kapısının sağ tarafındaki küçük odanın kapısındaki müdür levhası gözüme takıldı. Başımı çevirdiğimde caminin sol tarafındaki bahçede bekleyen yirmi kadar öğrenci olduğunu gördüm. Bahçenin sağ üst köşesindeki direkte şanlı bayrağımız nazlı nazlı dalgalanıyordu. Vardığımız yoldan sola dönüp beton merdivenden altı yedi basamak aşağı indiğimizde caminin bodrum katındaki ahşap kapıların üzerindeki sınıf isimlikleri buranın bir okul olduğunu ispat etmeye yetiyordu. Okuyacağımız sınıfın kapısından içeri girdiğimde normal bir sınıfın yarısı kadar olmadığını gördüm. Hayal ettiğim ortaokulla, okuyacağım ortaokul arasında dağlar kadar fark vardı. İlk gün ilk dakika müşahade ettiğim bu manzara karşısında hayali hüsrana uğradım. Yapacak bir şey yoktu, her şart altında burada okumak zorundaydım
Okul Müdürü ve öğretmenler
gelen öğrencileri toplayıp, küçük bir açılış töreni yaptılar. Törenden sonra
sınıflara girdik. Sınıfta alacağımız ders kitaplarının listesini yazdık,
arkadaşlarımızla ve öğretmenlerimizle tanıştık öğle vakti olunca, öğle sonunu
beklemeden köyümüze döndük. Sınıfımızdaki arkadaşlarımızın çoğunu önceden
tanıyordum, bu nedenle; ilk gün hiç yabancılık çekmedim. Böylece ortaokul
hayatına başlamış oldum. Her gün altı kilometre yolu yaya olarak geliyor, yaya
olarak gidiyorduk. Yaşantımız zahmeti, günlerimiz mutlu geçiyordu.
Öğretmenlerimiz bizim başarılı olmamız için imkânlar dâhilinde her türlü
gayreti sarf ediyorlardı.
Güz mevsimi gelmiş, çınar
yaprakları gazel olmaya, üzüm bağlardaki son yeşil yapraklarda sararmaya
başlamıştı. Koyun Oluğu ve Deli Höbek Tepelerinde yılın ilk karı azda olsa
kendini göstermişti. Bu arada köylülerin bir kısmı mahserede pekmez kaynatırken
bir kısmı da köye yakın ormanlardan eşek, katır ve beygirlerle kışlık odun getiriyorlardı.
Artık Tekir’e kar yağması an meselesiydi. Okulumuzun yakınında bulunan Kadir
Alinin değirmenin önü zahirelik buğdaylarla dolup taşıyordu. Biz okula gitmek için erkenden yola
çıktığımız için kabanlarımızı giymeye başlamıştık. Bu arada okulumuzda odun
kömür gibi kış tedariklerinin yapıldığı nazarı dikkatimi çekiyordu. Muhtemelen
kasım ayının ilk haftası Cuma günüydü. Bayrak Töreninden sonra Müdür
Yardımcımız Cemal Çiçek “ ismini okuduğum yirmi öğrenci burada kalsın,
diğerleri gidebilir” diye bir duyuru yaptı. İsmini okuduğu öğrencilerden biride
bendim. Diğer öğrenciler dağıldı. Biz okulun bahçesinde kaldık. Ben o sırada
herhalde bize okulun odununu kırdıracaklar diye düşündüm.
Müdür Yardımcımız Cemal Çiçek
hoca bizi bir sınıfta topladı. Bize hitaben” Arkadaşlar beni iyi dinleyin.
Pazartesi günü lokantaların oradaki DSİ’nin yaptırdığı havuzun açılışı
yapılacak. Havuzun açılışına vali bey ve bütün il protokol üyeleri katılacak.
Ayrıca Tekirden ve civar köylerden çok sayıda vatandaşında katılacağı tahmin
edilmektedir. Sizlerde bu açılış töreninde İstiklal Marşımızı okuyacaksınız. Bu
nedenle hafta sonu makasla tıraşınızı olun, gömleğinizi, pantolonunuzu güzelce
ütületin, bizi amirlerimize karşı mahcup etmeyin!” şeklinde hamasi bir konuşma
yaptı. Bu konuşmanın akabinden bizde okuldan ayrılarak evimize gittik.
İstiklal Marşı okuyacak yirmi öğrenci arasına
seçildiğim için sevinçten göklere uçacaktım. Gelgelelim evimizde ütü yoktu. Ütü
olsa bile anam ütü yapmasını bilmezdi. Ütü konusundaki bu sorunu nasıl
çözecektim. Bu sorunu giderme konusunda kara kara düşünmeye başladım. Ütü
yaptırmak için cumartesi günü Maraş’a gitsem ütüyü nerde yaptırabilirdim. Ütüyü
yaptırsam ne kadar ücret alırlar gibi onlarca soru zihnimi kurcalıyordu.
Zihnimi kurcalayan sorulara bir cevap bulamadan biraz sevinçli, biraz hüzünlü
vaziyette akşam ezanından önce evimize intikal ettim. Babam kışlada
davarlarımızın yanında olduğu için zaten evde yoktu. Anam lisanı halimden benim
bir sıkıntımın olduğunu anladı. Akşam yemeğinden sonra anam bana dönerek”
oğlum! Arkadaşlarınla kavga mı ettin?
Hocaların mı dövdü? Harçlığın mı yok? “ gibi bana peş peşe onlarca soru
sordu. Ben de anama ütü meselesini anlattım. Anam” sıkıntı etme oğlum, ütüyü
Hacer ablan yapar” dedi. Anamdan bu sözü
duyduğumda mutluktan dört köşe oldum. Hacer abla; en yakın komşumuzdu. Anamdan
farkı yoktu. Eşi Mehmet abi orman bekçisiydi. Yabancı olduklarından dolayı
sürekli olarak bizim eve gelir giderlerdi. Hatta evleri ıssız bir yerde olduğu
için Mehmet abinin olmadığı geceler bizim evde yatarlardı.
Anam akşamdan pantolonumu,
gömleğimi bir leğenin içinde elleriyle yıkayarak dışarı astı. Sabahleyin kuşluk
vakti olunca elbiseler kurudu. Pantolonu ve gömleği elime alarak Hacer ablanın
evine kadar koştum. Hacer abla ben daha söylemeden vaziyeti anladı. “Hoş geldin
oğlum, derslerin nasıl? bir ihtiyacın var mı?” gibi sorular sorarak benimle
biraz konuştuktan sonra ütü işine başladı. Önce ranzanın altından ütüyü
çıkarttı. Ütünün içine sobadan maşayla aldığı közleri koydu. Ütü ısınca
dışarıdan getirdiği ekmek tahtasının üzerine bir çarşaf sererek götürdüğüm
elbiseleri dikkatlice ütüledi. Ben Hacer ablanın ütü yaparken her hareketini
fotoğraf gibi çekiyordum. Doğrusu o güne kadar ütü yapan bir insan görmemiştim.
Ütü denen o sihirli aleti de bir defa bir öğretmenin evinde görmüştüm. Hacer
abla ütü işini tamamladı, bana bir miktarda harçlık verip, elbiselerini her
hafta ütülerim oğlum diyerek uğurladı. O günkü komşuluklar farklıydı, komşuluk
ilişkisi akrabalık ilişkisi gibiydi. O yılları özlüyoruz ama elimize geçmiyor.
Ütü işi tamamlanmış iş tıraş
olmaya gelmişti. Elbiseleri eve bıraktıktan sonra tıraş olmak için Bakkal
Haydar’ın yanına gittim. Haydar abi hem bakkallık hem de berberlik yapardı.
(Berberlik yapardı derken, tıraş makinesi, makas gibi birkaç malzemesi vardı.
Amatör olarak bakkalın içindeki boş bir köşede insanları tıraş eder, cüzi
miktarda bir tıraş ücreti alırdı. Öyle çıraklıktan yetişmiş usta bir berber
değildi. Ama her halükarda köyün berber ihtiyacını karşılamış olurdu.) Haydar
abi beni güzelce bir tıraş etti. Böylece törenle ilgili hazırlıkları bitirmiş
oldum.
Pazartesi günü elbiselerimi
giyerek erkenden okula gittim. Müdür yardımız Cemal beyin nezaretinde küçük bir
tören provası yaptıktan sonra açılışın yapılacağı alana doğru hareket ettik.
Açılışı yapılacak havuz Tekir’in lokantalarının olduğu mevkii de buluyordu.
Tören alanı varıp yerimizi aldık. Bizim vardığımızda binlerce insan tören
alanını doldurmuştu. Tekir’in yağız delikanlıları coşkuyla halay çekiyordu.
Jandarmalar havadan kuş uçurtmayacak şekilde çok sıkı güvenlik tedbiri
almışlardı. Törende kullanılmak üzere şehirden ses ve hoparlör sistemi
getirilmişti. Misafirlerin oturması için getirilen deri koltuklar bir nizam
dâhilinde dizilmişti. Tekir İlkokulundan görevli bir öğretmen törende sunuculuk
yapıyordu. Sunuculuk yapan öğretmenin okuduğu kahramanlık şiirleri halkı
coşturuyordu. Bu sırada İl Müdürleri tören alanına gelerek yerlerini almaya
başladılar. İl Milli Eğitim Müdürü tören alanındaki yerine oturmadan önce yanımıza
gelerek bizleri onurlandırdı. En son önünde bayrak asılı, kırmızı plakalı siyah
renkli lüks bir araba tören alanına geldi. Arabanın içinden kimse inmeden
program sunucusu öğretmen” Sayın Valimiz teşrif etmişlerdir, hoş geldiniz
diyor, saygılar sunuyoruz” şeklinde anons yapmaya başladı. Bu sırada Vali Bey
alkışlar arasında arabasından inerek tören alanındaki yerine oturdu.
Vali Bey tören alanındaki
yerini aldıktan sonra, program hemen başladı. Sunucunun anonsuyla şehitlerimiz
için yapılan saygı duruşundan sonra, biz coşkuyla İstiklal Marşımızı okuduk.
Ses sisteminin de güçlü olmasından dolayı sesimizden yerler gökler inledi. Daha
sonra köy muhtarı köy halkı adına kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Köy
muhtarı konuşurken konuşma kürsüsünün biraz yüksek olduğu fark edildi ise de
telafisi konusunda bir müdahale yapılamadı. Devlet Su İşleri Bölge Müdürü
kürsüye gelerek havuzun genişliği, hacmi, derinliği ve maliyeti konularında
teknik bir konuşma yaptı. DSİ Bölge Müdürü uzun boylu olduğu için konuşma kürsüsünün
azizliğine uğramadı. Vali Beyin ismi anons edildiği sırada bir vatandaş
Turistik lokantasının duvarının dibinde dizili duran kütüklerden yaklaşık elli
santim çapında, otuz santim yüksekliğindeki bir kamalak (sedir) kütüğünü
kucaklayarak hızlı bir şekilde konuşma kürsüsünün arkasına bıraktı. Vali Bey
konuşmasını bu kamalak kütüğünün üzerinden yaptı. Vali Bey havuz, içme suyu,
yol ve benzeri hizmetlerin devletin temel görevi olduğunu örnekler vererek
edebi bir şekilde ifade etti. Vali Beyin konuşması tören alanında bulunan
vatandaşlar tarafında dakikalarca ayakta alkışlandı. Ben bu esnada Vali Beyin
karşılanması, oturması, konuşması sırasında görmüş olduğu saygıdan ve
özelliklede konuşurken kamalak kütüğü getirilerek gösterilen iltifattan dolayı
ileride vali olmaya çoktan karar vermiştim bile. Havuza su akıtacak kanalın
savakları protokol üyeleri tarafından yukarı kaldırılarak açıldı ve havuza su
akmaya başladı. Böylece açılış programı bitmiş oldu.
Bizde verilen görevi eksiksiz
olarak yerine getirmenin sevinciyle Müdür Yardımcımız Cemal Çiçek beyin
nezaretinde okulumuza doğru yürümeye başladık. Ben Cemal hocama” hocam inşallah
bende ileride bir gün kamalak kütüğüne çakacağım” dedim. Cemal Hoca önce benim
ne demek istediğimi pek anlayamadı. Bana dönerek ne demek istediğimi sordu.
Bende bizim bölgede sedir ağacına kamalak dendiğini, Vali Beyin üzerine çıktığı
odun parçasına da kamalak kütüğü denildiğini izah ettim. Hocam espiriyi
anlayınca dakikalarca güldü. Bana da inşallah sende vali olursun temennisinde bulundu.
Bu sırada yolculuğumuz bitmiş, okulumuza varmıştık. Okul Müdürümüz Bekir bey
göstermiş olduğumuz başarı nedeniyle bizlere birer tane tükenmez kalem hediye
ederek ödüllendirdi.
Cumali dayım yaş olarak benden
birkaç ay küçük olup, milli güreşçi olduğu için on yedi yaşında Malatya Şeker
Kulübün de maaşlı olarak çalışmaya başlamıştı. Bende aynı yıl üniversiteye
kayıt olmuştum. Dayım bir telefon görüşmemizde tatilde Malatya’ya gel de sana
biraz kıyafet alalım dedi. Bende bunun üzerine yarıyıl tatili başlayınca
memlekete gitmeden doğrudan Niğde’den Malatya’ya gittim. Dayım bekar olduğu
için şeker fabrikasının pansiyonunda kalıyordu. Beni de kaldığı yerde misafir
etti. Sabahleyin kahvaltımızı yaptık. Cemal Çiçek hocamın Malatya İmam Hatip
Lisesinde müdür olduğunu duymuştum. Dayımla beraber Cemal Hocayı ziyarete
girdik. Özel kalem haber verdi. Cemal hoca bizi içeriye aldı. Ben Cemal Hocanın mimiklerinden beni
hatırlamadığını hissettim. Öpmek için eline sarıldım, elin vermek istemedi.
Kendi vermek istemese de elini zorla öptüm. Cemal Hocamın beni tanımaması da
normaldi. Ben ortaokulda kısa boylu küçük bir çocuk olduğum halde, ziyarete
gittiğimde, bir seksen beş boyunda, doksan kilo ağırlığınca bir gençtim. Cemal
Bey mahcup bir vaziyette bana” bey efendi siz kimsiniz “diye sordu. Ben de;
Tekir Ortaokulundan Teyfik hocam dedim. Hocam bu sırada gözyaşlarını tutamadı,
ayağa kalkarak bana sarıldı. Bende kendine sarıldım. Dakikalarca ağladık.
Elimizi, yüzümüzü yıkayıp gözyaşlarımızı sildikten sonra kendisiyle dayımı da
tanıştırıp muhabbete başladık.
Cemal hocam bana ne iş
yaptığımı sordu. Bende Niğde Eğitimde öğrenci olduğumu söyledim. Cemal hocam”
kamalak kütüğüne çıkmasan bile boş ver öğretmen olmayı hak etmişsin “diyerek
espriyi patlattı. Bize çay kahve ikram etti. Saatlerce sohbet ettik. Bizi öğle
yemeği için evin götürüp misafir etti. Eşi ve çocuklarıyla tanıştırdı. Yemekten
sonra bizi gideceğimiz yere doğru hayır
dualarıyla uğurladı.
Aradan kırk yıldan fazla zaman
geçmesine rağmen Cemal Hocamla hala yılda birkaç kere görüşürüz. Her
görüşmemizde Kamalak kütüğü esprisini hatırlar dakikalarca gülüşürüz.
kalemine yüreğine sağlık
YanıtlaSilkoca müdürüm
ellerin den öperim
YanıtlaSilBende senin gözlerinden öperim
Sil