Helva: un, yağ, tahin, şeker ve
benzeri malzemelerle yapılan bir tatlıdır; tahin helvası, irmik helvası, un
helvası, kâğıt helvası, peynir helvası gibi onlarca çeşidi bulunmaktadır.
Helvanın bir tatlı olarak Türk mutfak kültüründe önemli bir yeri bulunmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı mutfak ünitesinde Helvahane diye
bağımsız bir bölümün olduğu bilinmektedir.
Helva çocukların
doğumunda, Kuran-ı Kerimi okumaya
başlamasında, gençleri askere yollarken, nişan törenlerinde, bayramlarda,
hacılarımızın Kabe’den dönüşlerinde, ev sahibi olduğumuz zaman, cenazelerde, yağmur duasına çıkıldığında,
kısacası doğumundan ölüme kadar sevinçli ve kederli bütün günlerimizde
misafirlerimize ikram ettiğimiz bir tatlı türüdür. Bu nedenle helva; mutfak
kültüründen başka şiirlerimize, türkülerimize, atasözlerimize, soy isimlerimize
ve beddualarımıza dahi sirayet etmiştir.
Şair İbrahim Açılan Helva
Destanı isimli şiirinde:
Bilmem hangisinden başlasam
söze
Dostlar meclisinin özüdür helva
Bir ince tebessüm yayılır yüze
Lezzet yokuşunun düzüdür helva”
sözleriyle helvanın önemini çok güzel bir şekilde dile getirmiştir.
Helvayla ilgili atasözlerine ” Sabırla koruk helva olur dut yaprağı atlas
olur” atasözünü örnek olarak gösterebiliriz.
“Babayın
helvasını ne zaman yiyeceğiz”- “Kara günde helvanı yesinler” gibi beddualar literatürümüzdeki
yerini almıştır.
Ülkemizin her ilinde ”Helvacı” “Helvacıoğlu” gibi soy isimler mevcuttur. Ayrıca repertuvarımızda “helvacı”-“ helva yapsana” gibi türkülerimiz bulunmaktadır. Ben burada sizlere
helvanın ülkemizin tarih ve edebi yatındaki yerini anlatmaktan ziyade, bizim
köydeki değerini ve benim açımdan önemini ifade etmeye gayret edeceğim.
Bizim yörede bin dokuz yüz
yetmişli yıllara kadar helva pahalı bir yiyecek olması nedeniyle ancak zengin
aileler tarafından alınıp yenildiği dikkatimizi çekmektedir. Bunu gerçek
hayatta yaşanmış bir hikâye ile anlatmaya çalışacağım…
Bizim komşu köylerin birinde
hali vakti yerinde, maddi yönden zengin üç beş kişi, bir gün köy meydanında
toplanmış, helva üzerine sohbet ediyorlarmış. Ahmet ağa helvanın baldan tatlı
olduğunu söylemiş. Mehmet ağa pekmezden güzel olduğunu dile getirmiş. Hasan ağa
şekerden kıymetli olduğunu ifade etmiş. O köyde oturan ve Otçu lakabıyla tanınan
fakir, gariban bir vatandaş da bir köşede çömelmiş ağaların konuşmalarını
diliyormuş. Otçu da gayri ihtiyari olarak bu tartışmaya katılarak “ helva
baklavadan bile güzel” demiş. Otçu’nun bu sözü üzerine orada bulunan zengin
tayfadan Ahmet Ağa; Otçu’yu birazda hafife alarak” sen helvayı ne zaman buldun,
ne zaman yedin” diye yalanlamaya çalışmış. Otçu’da gayet mütevazı bir şekilde
“Kadir Çavuş Saraçhanedeki Lordların dükkânından alıp yediydi de, ben de onun
yediği helvanın kâğıdını yalamıştım” diyerek sözünü ispat etmeye çalışmış.
Böylece tartışma sona ermiş. Burada Ahmet Ağa Otçu’ya baklavayı nereden buldun,
ne zaman yedin diye sormuyor, helvayı ne zaman buldun, ne zaman yedin diye
soruyor. Bu hikâye bize, helvanın o zamanlar baklavadan daha pahalı, daha kıymetli
bir tatlı olduğunu anlatmaktadır. Yöremizdeki yaşlılardan Otçu gibi onlarca
kişiyle alakalı helva hikâyesi dinledim. Dinlediğim hikâyelerin genelinde o
yıllarda helvanın pahalı olduğu konusu bir şekilde ifade edildi. Şimdi bir kilo
baklava parasıyla iki kilodan fazla helva alabiliriz ama helvayı eskisi gibi
yiyen kalmadı. Ne fayda!
Bin dokuz yüz yetmişli
yıllardan sonra teknolojinin gelişmesi sonucu helva; fabrikalarda üretilmeye
başlayınca, bölgenin zengin fakir bütün kesimleri tarafından alınıp yenilebilen
bir tatlı haline geldiğini görmekteyiz. Ben yetmişli yıllara tanıklık etmiş bir
insanım. O tarihlerde bizim köyde nişanlarda ve cenazeler için çekilen kelime-i
tevhitlerde herkese helva ikram edilirdi. Hatta nişan merasimini adına helva
denirdi. Köy halkını nişan törenine davet etmek üzere görevlendirilen kişi;
köydeki evleri tek tek dolaşarak örneğin” Kara Ökkeş’in kızı Elif ile Seydi
Vakkas’ın oğlu Abidin’in pazar günü öğlen helvası var, buyurun” diyerek
görevini ifa ederdi. Nişan töreninden iki-üç gün önce oğlan evinde beş on kadın
toplanır, davetlilere yetecek kadar yufka ekmek yapardı. Şehirden alınan dört
beş teneke helva ile yufka ekmekler bir gün öncesinden kız evin gönderilirdi.
Kız evi gelen helvaların bir iki tenekesini nişana gelen misafirlere ikram
eder, bir iki tenekesini de yakın akrabalarına dağıtırdı. Köy halkı pazar günü
öğle vakti kız evinde toplanır, kız evi gelen misafirlere genellikle kuru
fasulye, pilav ve helva ikram ederdi. Yemekten sonra misafirler dolaştırılan
tepsiye beş on lira para atar, toplanan bu paralar ise çeyiz masraflarında
harcanmak üzere doğrudan nişanlı kıza teslim edilirdi. Bu arada kız ile oğlanın
yüzükleri takılır, imam efendi kuran okur, dua eder bu şekilde nişan töreni
tamamlanmış olurdu. O yıllarda nişanlar doğal, insanlarımız sütten çıkmış ak
kaşık kadar saf ve temizdi.
Köyde bir cenaze olduğu zaman
köydeki bütün erkekler cenaze törenine eksiksiz olarak katılırdı. Cenaze namazı
camide kılınır, defin işlemi mezarlıkta yapılırdı. Defin işleminden sonra üç
gün süreyle köy halkı cenaze evine yemek götürürdü. Cenaze evinde üç gün
süreyle hiç yemek pişmezdi. Cenaze evinde onlarca çeşit yemek toplanır, köy
halkı çoğunlukla öğle ve akşam yemeğini cenaze evinde topluca yerdi. Cenaze
evine dışarıdan gelen konuklar bile köy halkı tarafından evlerde misafir
edilirdi. Cenazenin birinci veya ikinci günü köy halkı yatsı namazında ölen
kişinin kelime-i tevhidini çekmek üzere camide toplanırdı. Yatsı namazından
sonra camideki cemaat tarafın ölen kişinin kelime-i tevhidi çekilir, camiden
çıkarken caminin kapısında kelime-i tevhit çekenlere yufka ekmek arasında helva
ikram edilirdi. İşte böyle, bizim köyde helva tatlıdan farklı bir şeydi. Helva
birlikti, helva beraberlikti.
Helvanın tüketimi yetmişli
yılların sonuna doğru iyice yaygınlaştı, helva köydeki her evin kahvaltı
masalarını süslemeye başladı. Çobanların ve ırgatların azıklarına katık olarak
konuldu. En fakir aileler tarafından bile bayramlarda, düğünlerde misafirlere
ikram edilir oldu. Böylelikle helva seksenli yılların başında eski cazibesini
tamamen kaybetti.
***
Köyümüzün içindeki karlar
erimiş, söğütler, kavaklar yavaş yavaş yeşermeye başlamıştı. Köy halkı artık
bağ, bahçe işlerine çalışıyordu. Mart ayının son haftası mı veya nisan ayının
ilk haftası mıydı bilemiyorum. Cuma günü anamın amcasının oğlu Nurettin abinin
nişan helvası yenecekti. Bu nişana bizde davet edilmiştik. Anam, teyzelerim ve
ninem bu nişana gideceklerini duydum. Ben de bu nişana gidip helva yemek
istiyordum fakat cuma günü okulum vardı. Okula gitmesem öğretmenim bana
kızardı. Nişan Eski Döngel’de olduğu için okuldan sonra oraya tek başıma
gidemezdim. Çünkü Eski Döngel’in yolu çok uzak ve ıssızdı. Sabahleyin ekenden
okula gidip öğretmenimden izin istemeye karar verdim. Cuma sabahı erkenden
okula koşup öğretmenimden bir gün izin istedim.
Öğretmenim Ömer Bey bana: ”
izini ne yapacaksın?” diye sordu.
Ben de: ” öğretmenim Eski
Döngel’e helva yemeye gideceğim” dedim.
Öğretmenim:” kiminle
gideceksin?”
”Anamla, ninemle gideceğim
öğretmenim” dedim.
Öğretmenim: ”geç kalma o zaman
hemen git, ben çantayı İsmail’le eve gönderirim” dedi.
Ben izin alır almaz okuldan
camiye doğru koştum. Öğretmenimin arkam sıra “ helvayı çok ye ha” diye
bağırdığını duydum. Ben okula gelirken anam yola çıkmıştı. Caminin yanından yıldırım
hızıyla koşup, Tahtalı Köprüden usulca geçip anama Öksüz Hasan’ın evinin önünde
yetiştim. Nişana giden akrabalarımızla birlikte Çörten Deresinin suyunu
ayakkabılarımızı çıkartarak geçtik. Sekili de beş dakika mola verip nefesimizi
topladık. Göl Yerinde bağda çalışan ırgatlarla selamlaştık. Ekşilik Yokuşunu
aheste aheste çıkarak, Eski Bağlığın düzüne vardık. Mezarlıkta geçmişlerimizin
ruhuna bir Fatiha okuduktan sonra Eski Döngeldeki anamın Abdullah amcasının
evine ulaştık. O zamanlar Eski Döngel’e araba yolu yoktu. O kadar rampa yolu
yürüyerek gittiğimiz için dizlerim tutmaz olmuş, bayağı yorulmuştum. Evin
duvarının dibinde bulunan bir merteğin üzerinde yarım saat kadar oturup, bir
tas su içtikten sonra kendime geldim. Bu arada kadınlar evin içinde teş çalıp,
türkü söyleyerek oynuyorlardı. Öğleye kadar Eski Döngeldeki arkadaşlarımdan
köyün çevresindeki Adam Kalesi, Direkli Mağara, Zorkun gibi yerlerin adlarını
öğrenerek vakit geçirdim.
Öğle ezanı okundu. İmam ve cemaat namazdan
sonra nişan evine geldiler. Bu arada bir toprak evin üzerine kilimler, çullar
serildi. Bunların üzerine sofralar açıldı. Sulanmış yufka ekmekler sofralara
dağıtıldı. Pilav ve kuru fasulye kazanları damın başına çıkartıldı. Helvalar
leğenlerde ezilerek servise hazır hale getirildi. İmamın gelip sofraya
oturmasıyla misafirlerin yemekleri ( kuru fasulye, bulgur pilavı ve tahin
helvası) sofraya getirildi. Çocuk olduğum halde birer tabak fasulye, pilav ve
helvayı tek başıma yedim. Çünkü öğretmenim bana “helvayı çok ye” diye
bağırmıştı… Yemekten sonra Kuran okundu, dua edildi, yüzükler takıldı, böylece
nişan töreni tamamlanmış oldu. Biz de törenin tamamlanmasından sonra gerisin
geriye gittiğimiz yoldan köyümüze döndük. Pazartesi günü öğretmenim “Teyfik ne kadar helva yedin?” diye
sordu. Ben de “karnım doyası yedim
öğretmenim” dedim. Benim verdiğim cevap nedeniyle öğretmenimin gözlerinin
içi gülüyordu. Şimdi ne öğrencisine ne yedin diye soran öğretmen, ne de köyden
köye helva yemeye giden öğrenci kaldı.
İlkokul birinci ve ikinci
sınıfta okuduğum yıllarda bize her gün birer tane çörek dağıtılır, biz de bu
çörekleri afiyetle yerdik. Çörekleri de okulumuzun beşinci sınıfında okuyan kız
öğrenciler yaparlardı. Üçüncü sınıfta ise haftada bir gün peynir, bir gün
zeytin, bir gün helva, bir gün fındık, bir gün üzüm dağıtılmaya başlandı.
Peynir, zeytin ve helvanın dağıtıldığı günler evden okula sulanmış birer tane
yufka ekmek götürürdük. Okul Müdürümüz Mehmet Bey ikinci teneffüste sınıfa
girer, herkes ekmeğini çıkartsın der, biz ekmeklerimizi çıkartıp sofra bezinin
üzerine koydukta sonra, yiyeceklerimizi ekmeğin üzerine bırakırdı. Helvayı
kahve fincanı büyüklüğünde bir ölçekle dağıtır, dağıtım sırası bana geldiğinde önce
bir ölçek verir, sonra “ senin ki az oldu, herhalde” der, bir ölçek daha
verirdi. Bende sesimi çıkartmadan bu helvayı zevkle yerdim. Benim öğretmenim bu
durumdan mutlu olurdu. Ben diğer çocuklarda biraz iri yapılı olduğum için, bana
bir ölçek fazladan helva verilmesini okul müdürüne öğretmenimin söylediğini
düşünüyorum. O yıllar güzeldi, o günler
başka…
Öğretmenim bizi mezun ettikten
sonra bir sınıf öğrenci daha okuttu. Okuttuğu öğrencilerden birinin amcası
öğretmendi. Öğretmen Remzi Bey bir ziyaret sırasında yeğeni Denizhan’ın başarı
durumunu Ömer öğretmenden soruyor. Ömer Bey de” başarılı “diyor. Remzi Bey “Teyfik’i tutar mı?” diyor. Ömer Bey “başarısı tutsa bile, helva yemesi yine
Teyfik’i tutmaz” diyerek espriyi patlatıyor. Aradan yarım asra yakın bir
zaman geçmesine rağmen bizim yörede iki insanın birbiriyle mukayese edildiği
hararetli tartışmalarda “ helva yemesi
Teyfik’i tutmaz” esprisi dilden dile söylenir. Ben ise bu sözden hiç
gocunmaz, bilakis mutlu olurdum.
Şimdi markete gidiyorum,
helvanın en kalitesini, en pahalısını alıyorum ama çocuk iken yediğim helvanın
lezzetini bulamıyorum. Ayrıca doktor tahlil yapıyor, hocam şeker sınırda dikkat
et diyor, hiçbir tatlıyı doyasıya yiyemiyorum.
Ben çocukluğumu istiyorum.
En kötü gününüzün helva tadında
olmasını diliyorum.
ALLAH işini rast getirsin
YanıtlaSilDuygulandım. Aynı olayları biz de yaşadık ama böyle anlayamadık. Eline, diline sağlık kardeşim.
YanıtlaSil