Fazlı Ağabey/Emre BİRSEN



Sevdiklerimize dair bir şeyler yazmak her zaman zor olmuştur. Yine zorlanarak dertlenerek yazıyorum. Bir zelzele oldu ki maraşta sadece arzı yarıp arzın üstündeki binaları yıkmadı fikir ve mana dünyamızı da yer ile yeksan eyledi. O kadar ziyade insanımızı hakiki vatanımız ahirete uğurladık ki… Onlardan biri de gara başkanımız, kumandanımızın ifadesiyle türküdar Fazlı Bayram idi. Bizim tabirimizle dükkan bilinen ismiyle Yazarlar Birliği Kahramanmaraş şubesinden dostumuz, yoldaşımızdı.

Yaşadığımız zelezele belki de insanlığın yaşadığı en azim zelzeleydi ve neticeten Maraş harab olmuştu. Birçok dostumuz hısım akrabamız hulasa insanımız, hemşehrimiz enkaz altında kalmıştı. Ve kara haberler itiyadını bozmadan tez bir şekilde geliyordu. Her acı haberde yüreğimiz dağlanıyordu. Müşterek mazimiz olan insanlar, hatıramız olan mekanlar, sokaklar viran olmuştu. Fakir gurbette idi ve o küçük kıyameti yaşamamıştı. Uzaklardan telefonla haber almaya çalışıyordum. Tek tek soruyordum dostları, hısımları, hemşehrileri. Neticeten Fazlı ağabeyden acı haber geldi. Muhterem zevcesi ve üç evladına sarılmış halde öte aleme öylece göç etmişti.

Takriben yirmi seneden beri muarefemiz var idi merhumla. O demden bu deme de hiç nizamız olmamıştı. Fakire karşı hak etmediğim bir hürmetle muamele ederdi. Nazik ve kibar bir dosttu. Yalnız yeri geldiğinde maruz kaldığı adaletsizliğe veya şahit olduğu zulme sükut etmediği gibi müdahale eden bir alperendi. Meşreben melamiliğe kayan dervişane bir hal sahibi, safi katıksız bir ede.

Her daim okuyan ve okuduklarını ruhunda zihninde imtizaç edip şiire döken bir kalem. Derdi davası hepimiz gibi taarruza maruz medeniyet geleneklerini müdafaa ve insan olma şuuru…

Hepimizin duçar olduğu hal gibi o da huzursuz ve tedirgin bir adamdı lakin bu ahval menfi manada değil. Okuyan, düşünen, hisseden, dert eden herkes gibi biz de maluldük zira konfor bozan adamlar olunca cemiyet tarafından sorunlu tipler olarak mütalaa ediliyorduk. Hususi dairemiz haricinde hiçbir yerde ahenk tesis edemeyenlerdik. Tabii netice zahiren görülen istikrardan uzak bir hal. Hayata ve kendimize dair yegane istikrar ise fikriyat ve hissiyatımızdaydı. Ben de dahil olmak üzere etrafımızdaki fikir ve gönül dostları gibi onun da iş hayatı istikrardan ıraktı. O kadar müktesebatına rağmen başımızın belası geçim gailesi için tır şoförlüğü yapmaya başladı, bu hali söylediğinde hiç şaşırmadım hatta destek de olmuştum zira bu adam yuvasına götüreceği helal rızkın derdindeydi lakin hep rencide edilen olmuştu. Tanıdığımdan beri her daim gayretkar bir zattı, rutin mesaisi dışında da maişetini rahatlatmak için farklı işler de yapardı. Son tercihi de tır şoförlüğüydü. Uzak menziller, yollar… yalnızlığı severdi zira ya da yalnızlık bize sevdirilmişti ve üstümüzde emanet durmuyordu. Müşterek kaderimizdi yalnız kalmak kalabalıklar arasında… Boğulmuştu, daralmıştı umursamazlıktan, gamsızlıktan yalnızlığa kaçmıştı. Fakire de demişti ben artık sıradan bir insan olmak istiyorum demişti.

Bir seferinde gurbette olduğum şehre yolu düşmüştü ziyaretime geldi. Nasıl ağırlayacağımı düşünürken hemen müdahil oldu, bana sadece bir menemen yapmamı söyledi. Tüm malzemeleri eşit biçimde doğramama ve yemeği yapmanın uzun sürmesine dikkat kesilmiş lakin bir şey de söylememişti. Zira aleyhte konuşacaktı dükkanda… Aleyh dediysek biz de karşılığı menfi değil ha bilakis muhabbetin ziyadeliğinden... Kumandanın dükkana bıraktığı mücerret miraslarından, ehli bilir.

Gurbetten sılaya her gelişimde merhum bir şekilde haberdar olur ve dört elif miktarı da olsa görüşmek isterdi. Elbette muhabbet edip dünya zindanının metaforu olan tabakasından sardığı tütünle hemhal ve hemdem olmak sadrımıza şifa olurdu diğer dostlar gibi. Zira bu adamlar birbirlerini yalnızca Allah için severlerdi. Zatıyla zahiren son mülaki olduğum dem, zelzeleden kısa bir müddet evveline denk gelir. Maraşa gelir gelmez haberdar olmuştu gene. Şu an evli olduğum hanımefendi ile evlenme hazırlıkları için uğraşıyorduk. O arada aradı gel bir görüşelim sohbet edelim dedi. Hep bir araya geldik dostlarla yine zelzelede öte aleme giden Ferhat da vardı mecliste. Hanımefendi ile iştirak ettik. Ağabey daha hanımefendi ile tanışmazdan evvel, hatun sen de pek akıllı birine benzemiyorsun, Emreyle evlenmek akıl işi değil. Zira bize yirmi sene neler çektirdi demişti. Demek ki sen de bizdensin diyerek nüktedan tavrı ile hanımefendiyi de meclisimize kabul ettiğini göstermişti. Bana da dönüp gel artık gurbetten demiş ve daha sık görüşmek istediğini söylemişti. Nerden bilirdik ki dünyadaki nihai görüşmemiz olacağını…

Bir memleketi memleket yapan tarihi, coğrafyası ve insan hazinesidir. Bunlardan süzülüp gelen irfanı olur şehirlerin biz de bu irfan geleneğine aşina olan zevat ile berhayat olur şehirler. Lakin bu insanlık numunelerini zelzeleyle kaybettik. Fazlı ağabey de onlardan biriydi.

Fazlı ağabey mazide tütün kağıdına şiir yazmamızı isteyip cümle muhibbana yollamıştı. Şiire karşı hep nakıstım kabiliyetim olmadığı için de yazmamıştım. Şimdi haddimi aşıp her zaman ettiğim gibi kağıdın ak yüzünü kara eyleyerek yazıyorum şimdi:

Derdin neydi ne kendin oldun ne bizi ettin bahtiyar

Sual etseler ukbada mı dünyada mı kalmak ihtiyar

Dünya zindan der bize ukba diyar

Firak olmadan vuslat yalnız orada var


1 yorum: