BOYACI VIZZIT ALİ / Hasan EJDERHA

Gene yapacağını yapmış, Maraş Ulu Camii’nden cenaze çıkarken “vıızzıt!” diye bağırmıştı Boyacı Vızzıt Ali.

Bu defa sert kayaya çarpmıştı sanki. Cenaze sahiplerinden, ölen adamın oğlu üstüne yürümüştü Boyacı Vızzıt Ali’nin. Tabut belediyenin cenaze arabasına konulmuştu ama Boyacı Vızzıt Ali’nin cenazenin arkasından “Vıızzıt!” diye bağırmasıyla cenaze alayı da karışmıştı. Cenaze alayındaki ihtiyarlar ve diğer cenaze yakınları, Boyacı Vızzıt Ali’nin üstüne yürüyen adamı tutmuşlar, sakinleştirmeye çalışıyorlardı. 

“Etme yeğen! Sen deli ile deli mi oluyorsun?” 

Bir diğeri: 

“Bilmez misin? Bu deli yıllardır yapar aynı şeyi; ilişme sen ona.” 

Bir başkası: 

“Yahu Allah’ın garibi Deli Vızzıt Ali işte! Onu ciddiye mi alıyorsun? Hadi aslanım; babanın cenazesini bekletmeyelim?” 

Cenaze alayı yürümüştü ama bu defa ölen merhumun oğlu çok içerlemişti babasının cenazesinin arkasından “Vıızzıt” denilmesine. 

“Görürsün sen Boyacı Vızzıt Ali. Senin cenazeni bekleyeceğim Allah’ın manyağı, senin cenazeni… Eğer senin arkana kalırsam Vızzıt Ali; senin cenazen tam Ulu Camiin kapısından çıkarken arkandan “vıızzıt” diye bağıracağım. Bunu yapacağım; yapmazsam aha şu tabuttaki babamın hakkı bana haram olsun” diye yemin etmişti. 

Aslında Boyacı Vızzıt Ali kötü bir adam değildi. Maraş Ulu Camiin bahçe duvarının dibinde, diğer lüks boyacılardan hemen uzakta bir yerde ayakkabı boyayan, kendi halinde bir garipti. 

Boya sandıkları ihtişamlı, kendileri şık elbiseli boyacılar aslında o çevreye pek boyacı yanaştırmazlardı ama Boyacı Vızzıt Ali onların gözünde gariban bir deli olduğu için, biraz uzaklarında ekmeğini kazanmasına müsaade etmişlerdi. Hatta bazen bilmeden kendilerine gelen ayakkabısı kötü ve kendilerinin talep edeceği boya parasını veremeyeceğini düşündükleri müşterileri bile Boyacı Vızzıt Ali’ye gönderirler; bir de arkasından “yazık, garip ekmek yesin, ara sıra müşteri gönderelim de” diye kendilerince iyilik bile etmiş olurlardı. 

Aslına bakılırsa Boyacı Vızzıt Ali gerçekten deliydi. Akşama kadar çevresinde ya kendisiyle ya da ayakkabısını boyadığı müşterisi ile uğraşan adamlar eksik olmaz, çoğu zaman da Boyacı Vızzıt Ali’nin bulunduğu yerdeki kalabalığın niye biriktiğini merak edip gelenlerle kalabalık arttıkça artardı. Yani Boyacı Vızzıt Ali’nin boya sandığının bulunduğu yerde film oynuyormuş gibi bir görüntü akşama kadar eksik olmazdı. 

Boyacı Vızzıt Ali çok eğreti bir şekilde yapılmış, gerçekten çok kötü görünen boya sandığının arkasında bir minderin üzerinde otururdu. İlk müşteri ile ayrı bir torbada taşıdığı fırçaları, boyaları, cila kutusunu ve ayakkabı boyarken kullandığı bez parçalarını işi bittikten sonra nereye attıysa orada bırakırdı. İkinci bir müşteri geldiğinde ise neyi nereye attığını unutur, bir boyayı, bir cilayı arardı etrafında; aradığını bulunca da “hah, buraya saklanmış kerata” diyerek müşteriyi güldürürdü. 

Üzerindeki dirsekleri tiftik tiftik yırtılmış ceketi ile ceketinin altına giydiği kazak anlaşılmaz bir şekilde ayakkabı boyasına bulanmıştı. Dizlerindeki ayrı renkteki yaması bile tiftiklenmiş pantolonu ise ceketi ve kazağından daha çok boya bulaşığıydı. Elbisesi boyanmaktan brandaya kesmişti adeta. Bir önemli şey daha vardı ki; yazın ağustos sıcağının bağrında da zemheride de aynı kıyafetle olurdu Boyacı Vızzıt Ali. O kimsenin dışarı bile çıkmadığı Zemheri ayazlarında bile aynı yere boya sandığını koyarak beklerdi aynı elbisesiyle. Ara sıra da lüks boyacıların gelmedikleri boş yerlerine bakarak “vıızzıt size. Dondunuz mu hanım evlatları? Lan madem hanım evladısınız, niye ayakkabı boyarsınız? Diğer zamanlarda da durun hanım ananızın eteğinde!” diye, boyacıların daha önce bulundukları yerdeki boşluğa laf atardı. 

Boyacı Vızzıt Ali’nin laf atmaları gelmeyen boyacılara laf atmakla kalmazdı elbette. Bazen oradan geçen tanıdığı zenginleri görünce ayağa kalkar “Ölüm de vaarrr! Vıızzıt Ahmet Efendi! Mehmet Efendi!” diye, oradan geçen zenginin adı ne ise adıyla çağırır, çarşıya malamat ederdi adeta. 

Bazen de oradan geçen çarşaflı bir hanıma hitaben: “O çocuk babasının bütün parasını yiyecek pavyonda. Oğluna dikkat et ana. Biraz sadaka ver fakir fukaraya da oğlunun ıslahı için dua et!” der ve bağırırdı arkasından: “Mal bitmez sanmayın, biteerrrrr! Bereketi kalkarsa biteeeerrrr!” diye. 

Boyacı Vızzıt Ali’nin arkasından bağırdığı kadın, sıkı sıkıya çarşafla örtünmüş olduğu halde, bu Deli Vızzıt’ın kendisini nasıl tanıdığına hayret ederken, söylediklerinin de yabana atılır şeyler olmadığını düşünerek yoluna devam ederdi. 

Yine bir defasında oradan geçen köylü delikanlısının arkasından bağırmıştı Boyacı Vızzıt Ali: 

“Hey! Yeğen dolaşma buralarda. Köyüne git de davarını güt. Sinemaya gideceksin de ne olacak?” demişti de, arkasından bağırdığı köylü delikanlı: “Ulen bu adam nereden bildi şimdi fabrikada çalışan teyze oğlu Osman ile sinemaya gitmek için bu gün şeerde galdığımı?” Sonra da gitmeye niyetlendiği filmi düşünüp, tepeden tırnağa kızarmıştı. 

Bir gün ise gerçekten başına iş açmasına ramak kalıyor Boyacı Vızzıt Ali’nin. Zamanın valisi önde, müftü efendi arkada Ulu Cami’e Cuma kılmak için girerlerken Boyacı Vızzıt Ali arkalarından bağırır. 

“Burada yemek mi yeniliyor sandınız müftü efendi? Vali efendiyi al da ziyafet verilen bir yere götür. Yok mu Kerhan’da Gandılda’da ziyafet verilen bir bağ evi?” 

Zabıtalar, polisler başına üşüşürler Boyacı Vızzıt Ali’nin. Gene vali acır bizim garibe de “bırakın!” der ve bırakırlar bizimkini. Fakat Cuma namazı süresince; her zamanki namaz kıldığı yeri bildiklerinden, vali de müftü de dönüp dönüp Boyacı Vızzıt Ali’ye bakmadan edemezler. 

Boyacı Vızzıt Ali, öğle namazı ve ikindiyi Ulu Camiinde, Akşamı ise Saraçhane Camiinde kılarken; müezzin mahfilinin en sonunda bir yerlerde, halı kirlenmesin diye yanında getirdiği incecik muşambayı gerip de üzerine diz çöktüğünde görenler bakmadan edemezlerdi. O anda, o anda başka, bambaşka bir Boyacı Vızzıt Ali olurdu. Ya da Boyacı Vızzıt Ali gider de aynı vücudun içine bir başka kişi girmiş olurdu. Görenin, bakınca iliklerine kadar hissedeceği bir hûşuyu içinde olurdu. Nasıl bir âleme girmişse, o âleme dair bir huşu, bulunduğu yerden etrafına yayılırdı ve bunu cemaatten herkes hissederdi. Hatta bazı zamanlar cemaat kendi aralarından bu durumu konuşurlardı bile. 

“Bu nasıl bir iş gardaşım? Caddenin kenarındaki boya sandığının başında ve cenaze namazında tam bir deli; camide böyle bir hâl…” derlerdi. 

Şehr-i Maraş’ta çevre köylerde ne kadar deli varsa Boyacı Vızzıt Ali’nin yanına gelip giderlerdi. Günde ya bir ya iki deli gelirdi yanına. İşte o zaman ziyafet sofrası hemen boya sandığının yanına kuruluverirdi. Kaç kişi varsa sofranın başında, birer tane somun ekmek, helva ve soyarken ellerinden boya bulaştırdığı portakal. Onların iştahla yemeklerini yerkenki hallerini izlemeden gitmezdi oradan geçenler. Çünkü yemek mi yiyorlar, kavga mı ediyorlar belli olmazdı. “Benim ekmeğimi aldın. O benim portakalım. Ekmeğine sen çok helva koyuyorsun!” gibi ağız dalaşları ile yerlerdi yemeklerini. Yanına gelen deli giderken de, cebine para koymadan göndermezdi Boyacı Vızzıt Ali. 

Emr-i Hak vaki oluyor ve bir gün Boyacı Vızzıt Ali ölüyor. 

Yıllar önce babasının cenazesinin arkasından “vıızzıt” diyen Boyacı Vızzıt Ali’nin cenazesine koşuyor babasının arkasından “vıızzıt” denilen ve Boyacı Vızzıt Ali ölünce “vıızzıt” demeye yemin etmiş olan oğul. 

Fakat cenazenin arkasından “vıızzıt” demek için koşmamaktadır adam. 

O gece rüyasında Boyacı Vızzıt Ali’yi görür. Boyacı Vızzıt Ali ölmüştür ve Ulu Camiinden cenazesi kalkmaktadır. Sevinçle Ulu camie gelir. Babasının cenazesinde Boyacı Vızzıt Ali’nin yaptığının intikamını alacaktır. Boyacı Vızzıt Ali’nin tabutu tam Ulu Camiin kapısından çıkarken arkasından “vıızzıt! Boyacı Vızzıt Ali, vıızzıt!” diye bağırır. 

Boyacı Vızzıt Ali, yiter açar tabutun kapağını ve tabutun içinde doğrulur. 

“Bu dünyadan bomboş gidiyorsam bana da vıızzıt!” der ve yeniden uzanır tabutun içine. 


2 yorum:

  1. Duygusuyla dünyasıyla ahlakiyla yazdiklariyla milli ve yerli ağabey Hasan Ejderha

    YanıtlaSil
  2. Enfes bir hikaye, soluk almadan okudum.

    YanıtlaSil