Asırlardır kâfir ayağı değmemişti
İslâmların yurdu Maraş toprağına. Fransız ve ellik gâvurunun şeameti kol
geziyordu sokaklarında. Semâlarında kara bulutlar dolaşıyordu. Düşman gelip
dayanmıştı şehr-i Maraş’ın kapılarına.
Fransız kâfiriyle ellik gâvurunu
kovmak için cümle Maraşlı gazâ aşkına, vatan aşkına tutuldu. İstiklâl Harbi’nin
ilk kıvılcımı olacaktı Maraş. Dua etti Şeyh Ali Sezai Efendi.
İlk kutlu müjde Uzunoluk’tan
geldi. Sütçü İmam, din ü namus üzere sıkmıştı ilk kurşunu kâfirin küstahlığına
karşı.
İşgalci Fransızlar, bin yıldır
Maraşlı İslâmlara, yâni Maraşlı Türklere ait olan kaleden ay yıldızlı bayrağı
indirince, yüreği cihad aşkıyla yandı Maraşlının, ateş topuna döndü ve Ulu
Câmii’de saf oldular.
Rıdvan Hoca'nın “Hürriyeti
olmayan bir milletin Cuma Namazı kılması câiz değildir” sözü âyet buyruğu gibi
yüreklerinin üstünden geçti. Şerbetçi oğlu Mehmet “Sancağı çıkarın, bayraksız
namaz kılınmaz” diye ünledi. Bu ünleyiş câmiin içinde ve dışında sayhalaştı ve
Maraş’ın kalbine oturdu. “Bayraksız namaz kılınmaz” diye bir daha haykırdı
Maraşlılar.
İman ve cihad aşkından mürekkep
birer hilâl ordusu oldular, sancağın altında toplanandılar. Dillerinde
“Allahüekber” nidaları, dillerinde “Uy Maraş Maraş da
bu nasıl Maraş / Kara gözlerinde
yaş, bağrında ataş” türküsü… Maraş Kalesi’ne uçmağa gittiler.
Celâdetli ve şuurlu duruşundan
dolayı her Maraşlının meftûn olduğu gencecik şehit Âşıklıoğlu Hüseyin’in
Fransız komutanın karşısına çıkıp:
“Ben anamdan doğdum kalede
bayrağımı gördüm. Ölünceye kadar da göreceğim. Biz bütün Türkler (İslâmlar)
böyleyiz. Onu görmemek için ya kör olmak ya da ölmek lâzım. Kör değilim. O
halde onu görmezsem öldüm demektir. Bayrak için ölmek biz de şehit olmaktır ve
en büyük şereftir. Yalnız ben değil, küçük büyük, kadın-erkek bütün Maraşlılar
her Cuma sabahı uyanınca ilk önce kaleye bakar, bayrağımızı görürüz…” dedikten
sonra bir nâra attı. Bu cihad nârası bütün Maraşlının yüreğini sardı ve alev
topuna döndü.
DİNİNİ
SEVEN YÜRÜSÜN FRANSIZ KÂFİRİNİN ÜSTÜNE…
Bu kıyamın, bu sönmez ateşin
üstünde toplandılar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde. Başlarında Şeyh Ali Sezai
Efendi ve Arslan Bey gibi büyükler:
“Arkadaşlar harp başlamıştır.
Allah’ın inayeti, Peygamberin ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakârlığı ile
her şey göze alınmıştır. Vatanımız tek kişi kalana kadar düşmana teslim
olunmayacaktır. Gayret bizden yardım Allah'tan.”
Cihad çağrısını duyan Maraşlılar,
“Allahüekber!” nidalarıyla cezbeye kapıldılar. Yüreklerindeki millî öfke
Uzunoluk’tan Şeyhâdil’e kadar yayıldı. İçtima oldular din ü vatan üzere. Dinini
seven, vatanını seven yürüsün Fransız kâfirinin üstüne dediler.
Hocalar, âlimler, zâbitler ve
hoyrat delikanlılar yekpâre oldular gâvura karşı. Yürüdüler Fransız kâfirinin
üstüne. Maraşlılık neymiş gösterdiler. Şehr-i Maraş’ın şerefini kurtardılar.
Târihini ve ulularını utandırmadılar.
Maraş’ta mağrurluk ve öfke var
diyenler Maraşlılığı bilmeyenlerdir. Kahramanlık ve yiğitlik şiarındandı
Maraşlı Türklerin. Asâleti târihinden geliyordu. Mukaddeslerinin ve imanlarının
emrinde oldular hep. Ne İngiliz, ne de Fransız kâfiri Maraşlı İslâmları korkuya
ve yeise düşüremedi.
MARAŞLI TÜRKLER FRANSIZ’I
KOVUNCA…
Maraş’ın istiklâline Maraş
Kalesi’ndeki bayrak sevindi önce. Ulu Câmii sevindi, Uzunoluk sevindi, Göllülü
Yusuf, Çuhadar Ali ve bütün Maraşlı şehitlerin ruhu sevindi. Abdal Halil Ağa
“din bahsi” üzere bir daha davul çaldı yüreğinden.
11 Şubat1920’nin soğuk gününde
Maraş Maraşlılara gülzar, kâfire mezar oldu. Maraşlı Müslümanlar, yâni Maraşlı
Türkler Fransız’ı kovunca, Vatan-ı İslâmiye üzerine başlatılan Maraş müdafaası
bütün Anadolu’ya yayıldı. Maraş, Anadolu’nun kahramanı oldu. Maraş’ta görülen
İstiklâl rüyâsı devlete inkılâp etti.
Şimdiki zamandan sıyrılıp, ruhum
ve düşüncelerimle konuk oldum Maraş’ın Kurtuluş (İstiklâl) Bayramı’na. “Maraş
Maraş derler de uy amman amman” türküsünün yüreklerden söylendiği 12 Şubat 1920
günü Fransız’ı kovan Maraşlıların arasındayım.
Selçuklu’dan, Dulkadirli’den,
Osmanlı’dan bu yana İslâmlaşmış Türk yurdu olan Maraş sokaklarında yürüyorum.
Üzerinde Maraş işlemeli ahi hırkası olan bir ehl-i Maraş elimi tutuyor,
dolaştırıyor beni.
Târihteki Maraşlıların
“Alaüddevle Câmii” dediği Selçuklu mimarisine sahip Ulu Câmiin taşlarında
hissettim Maraş Kalesi’ne hücum eden mücâhitlerin ellerini. Giriş cephesindeki
mihrabiyelerin içine işlenen bezemeler, kemerler ve içerideki mihrabın
çevresindeki kabartmalar İslâm medeniyetinin taşa vurduğu güzelliği yaşattı
ruhuma. Taşa ruh verilen, taşın nakış gibi işlendiği, kabartma bileziklerin
sardığı üç bölümlü gövdeden oluşan minaresine vecdle dokundum.
Taş Medrese’nin hücrelerinde
Maraşlı şeyh efendilerin Maraş müdafaasına katılanlar için hatim indirdiklerini
gördüm.
Çarşılarını, hanlarını geziyorum.
Harbin üstünden bir gün geçmişti. Bundandır ki, Taşhan’ın, Katiphan’ın daracık
meydan ve odaları tenha idi. Selâm alan, selâm veren Maraşlıların hasbıhâl
ettikleri Saraçhâne Câmii Çarşısı’nda dinlendi ruhum. Maraş müdafaasının en
cesur liderlerinden İbrahim Evliyâ Efendi’nin şehit düştüğü Bedesten’i gezerken
hüzünlüydüm.
Asırlardır târih rüzgârlarının estiği,
Millî Mücadele’nin şiarı olan, kahramanlığından emin şehir Maraş’ın Kanlıdere
Yokuşu’ndaki barut ve duman kokan sokaklarında dolaştım. Maraş müdafaasının
önünde yer alan, yaralanıp Alman Hastanesi’nde yatırıldığında zehirlenerek
şehit edilen Muallim Hayrullah’ın, avlusunda dut ağacı olan, kapısı kevgirli
ahşap evini ziyaret ettim.
Divanlı sokaklarında kesme taş ve
ahşabın hâkim olduğu evlerin gönlüme verdiği târihî duygularla dolaşırken,
Kuyucak’ta pusu kuran Fransız elbiseli Ermenilerle göğüs göğüse çarpışıp
ardından Kümbet Kilisesi’ndeki çarpışmada şehit düşen Maraş kahramanlarının en
gözükarası Mıllış Nuri’nin celâdetli sûretini görür gibi oldum.
Sütçü İmam’ın fahrî imamlık
yaptığı, Alaüddevle Bey tarafından yaptırılan Bektutiye (Çınarlı) Câmii bahçesinde
1870’de boy veren bir buçuk asırlık ruhaniyetli “Doğu Çınarı” nın altında
mütevekkil Maraşlı ecdadımla sohbet ettim.
Evliyâ Çelebi’nin, “Şehrin cümle
erbâb-ı ma’ârifi anda cilvelenirler”, yâni sohbet ve muhabbet ederler” dediği
Pınarbaşı’na uzandım. Mihmandarım ehl-i Maraş, yönümü Ahır Dağı’na çevirmemi
istedi. Sonra elini kulağına atıp “Yörü bre Ahır Dağı / Ne dumanlı başın
varmış” türküsünü söylemeye başladı. Uzun hava tarzı bu Maraş türküsünü cezbe
hâlinde dinledim.
Ertesi gün 13 Şubat 1920’de
mihmandarım ehl-i Maraş, Eski Hükümet Konağı’na, yâni Mutasarrıflık Binası’na
doğru yürüyeceğimizi söyledi. Mutasarrıf Vekili Cevdet Bey, güneş ve soğuğun
bir arada olduğu öğle üzeri Mutasarrıflığın avlusunda, Erzurum 15. Kolordu
Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’nın Maraşlılara hitaben gönderdiği kutlama
telgrafını okuyordu. Toplanan Maraşlıların arasına karıştım ve vecd ile
dinlemeye başladım:
MARAŞ’IN ŞÂNI VAR, MARAŞ’IN
YÜREĞİ VAR
“Maraş kahramanlarının Türklüğe
(İslâmlara) has olan celâdet ve fedakârlıkları neticesinde sevgili
bayraklarımızın yine Maraş üzerinde dalgalandığını haber almakla bütün kolordum
en büyük sevinçler duymaktadır. Öldünüz, fakat Türklüğü (İslâmlığı)
öldürmediniz. Târih-i millîyemize kanınızla ve hayatınızla emsalsiz bir
menkıbe-i celâdet yazdınız. Maraşlıların ve sizin alınlarınızdan öper,
kolordumun hissiyat-ı samimesini arz eylerim” diye biten ifadelerden Maraşlı
Müslümanlardan, yâni Maraşlı Türklerden biri olarak yüreğim kabardı.
İstiklâline dokunulamayacağını
Fransız Harbi’nde gösteren ve kâfire karşı duran Maraş’ın şânı var, Maraş’ın
yüreği var. Ah, kahramanlığın ve yiğitliğin şehri! Bu ne saadet böyle?
Maraş’ın ilk İstiklâl
Bayramı’ndan ve elimi tutup beni dolaştıran ehl-i Maraş’tan ayrılırken, arkamda
gücünü târihinden ve imanından alan bir şehir duruyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder