Bayındırlık müdürü aradı Emmi.
Vali Bey bizim bölgedeki resmî kurumları gezecekmiş. Belki bize de
uğrayabilirmiş. “Ofsaytta” kalmamayım diye aramış. Teşekkür ettim müdür beye...
Valimiz şubat ayında göreve
başladı. Bir aya kalmadan namı şehre yayıldı. Yıldırım Bayezid misali bir adam.
Tebdil-i kıyafet geziyor, olmadık zamanlarda olmadık yerlere gidiyormuş. Sağlık
ocaklarına hasta, dolmuşlara yolcu, resmi dairelere vatandaş gibi girip
çıkıyormuş. Hatalı gördüğü memurları fırçalıyor, işaret parmağıyla masaların
tozuna bakıp, çekmeceleri çekiyormuş.
İlk tanışmamızda anlatmıştık
kendilerine; “Buraya birçok vali geldi; kimi geldiği gibi gitti, kiminin adı yaptığı
güzel işler dolayısıyla hâlâ halkın arasında dolaşır durur” demiştik. Eski ünlü
valilerden falan bahsetmiştik.
Hakikaten bu da halkın arasında
yirmi dört saat dolaşıp duruyor. Gerçi bu kadar dolaşmak bir vali için ne kadar
doğru onu pek bilemiyorum. Sen çok iyi bilirsin, her gün valinin önüne ne kadar
evrak biriktiğini Emmi. İnşallah onları imzalama fırsatı bulabiliyordur.
Emmi şehirden belediyemize ne
zaman biri gelecek olsa, benim aklıma hep; başta Selamsız Bandosu Filmi ve
Kemal Sunal filmleri gelir. Karşılamada gülmemek için hep dua ederim. Hamdolsun
şu ana kadar hiç gülmedim. Gayet vakarlı, bir belediye başkanına yakışır
şekilde karşıladım konuklarımı. Kurban kestirmedim, öyle çiçek filan işi de
olmaz zaten bizim buralarda.
Akşam beş civarında konvoy
karşıdaki çok programlı liseye geldi. Bizim arkadaşların heyecanları
yüzlerinden okunuyordu. Ben ara sıra içeri girip etrafa bakıyorum. Her yer
temizlenmiş, bir tek benim oturduğum makam koltuğu unutulmuş. Çağırdım o işlere
bakan arkadaşımızı, “Şu koltuk silinmiş ama geri tozlanmış, bunu bir kere daha
sildir” dedim.
Konvoy belediyeye girdi Emmi.
Eskorta durması gereken yeri işaret ettim. Arabanın önünde bir ara gözümde bir
sahne belirdi; kafasında kocaman bir şapka, ayağında çatı yere değen bir
şalvar, yeni traşlı, ayakkabısının hangi renk olduğu belli olmayan bir adam,
yere bir koyun yatırmış; “keseyim mi ağam” diyor.
Aracın sağ arka kapısına
yöneldim, korumadan önce açtım kapıyı. Açarım Emmi! Çünkü ben daha önce
defalarca milletvekili ve bakan karşıladım. Bilirim o işleri:
Koşacaksın, kapıyı ilk sen
açacaksın. Yoksa gelen adamı sana düşürmezler!
Kapıyı açacaksın ve oldukça
samimi görüneceksin.
El öpmeye falan kalkışmayacaksın.
Sakın ha öyle yaptığın zaman,
haklın gözünde küçük düşersin. Küçük-büyük konuklarının elini sıkıp, yanak
yanağa öpüşeceksin. Diğer zevatla da aynı şekilde kucaklaşıp, mümkünse samimi
sözler sarf edeceksin. “O işten bir haber çıkmadı” filan gibi, esrarlı, iki
kişilik laflar edeceksin. Öyle ki bu konuşmayı hem konuk güruhunun en büyüğü ve
hem de halk duyacak. Gelen baş bilir ve halk “vay anasını!” diyecek “adamın
tanımadığı yok”. “Bilmem hangi müdürle şaka yaptığına göre, gerisini var sen
düşün” diyecek. Racon bu emmi.
Bizim köyden kime benziyor desem;
kısa boylu, etine dolgun bir adam vali. Buyur ettim içeri. Oturması için makam
koltuğunu gösterdim. “Hayır” dedi. “O makam senin, sen otur.” Masanın bana göre solundaki koltuğa
ilişiverdi. Bir müddet, hatta ikinci bir emre kadar ayakta beklemeyi uygun
gördüm. Sonra ikinci emir sadır oldu, vali beyin dudaklarının arasından.
Oturdum.
Adam yemedi içmedi, önce
muhasebeciyi çağırdı. “Haydaa!” dedim, ben bunu hiç düşünememiştim. Hoş, bizim
belediyenin yaptığı ve yapacağı işleri; belediyenin borçlarını-alacaklarını,
hangi gün hangi işçinin ne iş yaptığını, konuşmayı sökmüş çocuktan, en
yaşlısına kadar, kadın-erkek kasabadan kimi çevirip sorsan; ziyaretçilere
Balıklıgöl’ü gezdiren Urfalı çocuklar gibi bir çırpıda anlatır.
Kasabada hangi işlerin nasıl
yapıldığını; “Hal bu ki, o iş öyle yapılmasa da benim dediğim gibi şöyle
yapılsaydı” diyerek kendi çözümünü de laf arasına sıkıştırarak lafını bağlar.
Fakat tedbiri de elden bırakmamak
lazım. Bereket ikinci cümleden sonra izin isteyerek lafı ben aldım.
Muhasebeciyi dışarı yolladım. Emmi bildiğim her şeyi anlattım. Bir yandan
konuşuyorum, bir yandan da aklımdan bin bir çeşit fesat gelip geçiyor. Film
sahneleri mi dersin, fıkralar mı dersin, eski ihtiyarların yarı müstehcen lafları
mı dersin gırla gidiyor.
Çay geliyor.
“Lahmacun da sever mi ola” diye
geçiriyorum içimden.
Çay bitiyor “Eyvah” diyorum, “Bir
ot tenekesi olsa da şöyle kapağına bir-iki vurup efendiye uzatsam.”
Sonra gülmemek için dişlerimi
sıkıyorum.
“Yok yok içi tütün basılı bir tabaka…”
diye geçiriyorum içimden. Allah var; vali anlattığım her şeyi pürdikkat
dinliyor, ara sıra telkinde bulunuyor, zaman zaman da etraftakilere tasdik
ettirerek akıl veriyor. En önemlisi de not aldırıyor müdürlerine!..
Şehirden gelen devlet
büyüklerinin hepsi dertlerimizi sorarlar. İstisnasız hepsi de notlar
aldırırlar. Milletvekillerinin, bakanların not almasını hiçbir zaman
yadırgamadım. Onlar çözüp çözemeyeceklerine bakmadan her türlü bilgileri not
alırlar. Siyasetin işleyiş şekli böyledir Emmi. Ama bir vali beyin, kendisine
sunulmuş olan o kadar dosyanın üstüne, karşısındaki adamla dalga geçer gibi tekrar
not aldırması anlaşılır gibi değil.
“Devlet ciddiyeti” diye bir
kavram mı vardı Emmi?
Evet var, tabii ki haberdarız.
Fakat vali rol yapıyor. Evet
bildiğin polim yani.
Bana sorduğu her şeyi makamında
kendilerine defalarca anlattım. Kaç defa dosya verdim. Belediyelerin yönetimini
düzenleyen kanunun 1930 tarihli olduğunu söyledim. Bu işin valiyi ve belediye
başkanını aştığını, çözümün mecliste olduğunu izah ettim. Belediyelerin
yıllardır birikmiş borçları için, devlet kurumlarının bizzat belediye
başkanlarının evlerine haciz kâğıtları gönderdiğini söyledim.
Herifçioğlu yanına iki müdür
almış, adamlara valilik gösteriyor bizim sırtımızdan. Hayır, madem her şeyi
soruyorsun, “Ya Hu başkan neden makam odasında değil de sekreter odasında
oturuyoruz?” desene. Cevabını biliyorsun çünkü.
Ha bir de gitmişsin, Harmancık’ın
en kısa boyluları; Küçük Mehmet Ali, Hoca Hacı, Döndü Teyzemin Mehmet’ini yanına
alıp fotoğraf çektirmişsin. Böylece uzun görünecek beyefendi.
Bak unutuyordum, geçenlerde
Kocaseki Mahallemizde küçük çaplı bir heyelan tehlikesi olmuştu. –Heyelan değil
ha- Sen adamını –vali muavini- gönder vatandaşlara, “Size ev yaptıracağım, para
vereceğim” dedirt...
Vatandaş iki haftadan beri
başımın etini yiyor Emmi.
İşin doğrusu adam ekibiyle
birlikte gelip oturacaktı. Biz diyecektik ki; işte size çay. Kahvemiz oldum
olası yok. Çünkü burada bakkallar sade çay satarlar. Şehirden de veresiye kahve
alamıyoruz. İçelim çayımızı, şuradan buradan konuşalım. Biz sana yağ yakalım,
sen bize akıl ver, sonra da sen yoluna biz yolumuza…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder