TAŞLARA DOKUNAN SESLER-10 / Hidayet BAĞCI


“İlkbahar çiçeklerinin her daim meyve vereceği ümidini taşımak hata olmaz 
ama onlar gönülde tat 
damakta bal olabilir…”




Bugün yeni bir gün, yeni bir ilk bahar vardı âlemde… Kâinat onun için çok farklıydı, her şey birkaç yılda nasıl değişti ve gelişti bilinmezdi. Babası Hilmi Efendi odasının kapısında onun hazırlanmasını bekliyordu. Büyük bir heyecan vardı onun dünyasında. Kızı artık üniversiteden mezun olmuş, bir eli ekmek tutarken diğer eli bu ekmeği ikiye bölüp paylaşacaktı. Hilmi efendi kapının aralandığını görünce gözleri o yöne doğru kaydı. Karşısında kızının sim-ü zer iplikten nakış nakış işlenmiş beyaz elbise içinde oluşunu seyretti bir süre. Üzerinde gezinen bakışlardan saklanamadı ve kalbinden dudağına düşen cümlelerden önce kirpiklerinden kaçan her bir damlaya engel olamadı, Hilmi efendinin kızı… Hıçkıra hıçkıra o kadar çok ağladı ki annesi Mehlika Hanım da onun döktüğü bu gözyaşlarına dayanamadı.

Hilmi efendi, Mehlika Hanım ve kızı sessiz bir şekilde bu yeni günün seher vaktinde ezan sesleriyle birlikte evlerine birkaç kilometre uzaklıktaki Abdülhamid Han camisine arabayla gittiler. Aynalı dedenin Kahramanmaraş’a gelir gelmez şehir halkını, Hilmi Efendi ve ailesini bu camide sabah namazını eda etmeye davet etmişti. Bayanlar caminin üst katında, erkekler mescid içinde namazlarını kılacaklardı. Hilmi efendi mescide girer girmez bir de ne görsün!... Sanki tüm şehir bu camiye bugünkü sabah namazını eda etmeye gelmiş gibiydi…
Sabah namazını eda ettikten sonra mescitteki cemaat Abdülhamd Han caminin avlusuna çıktı. Aynalı dede, Hilmi efendiyi yanına davet etti…

“Hilmi Efendi, nasılsın?”

“Elhamdülillah, iyiyim Aynalı dedem…”

“Hanım kızımız Zümrüd-ü Anka mescide buyursun, istersen…”

Hilmi efendi kızı, Mihrimah Sultana hep “Zümrüd kızım” diye hitap eder ve Aynalı dedeye de kızını anlatırken bu şekilde bahsederek anlatırdı.

Bu ismi duyunca mescitte Aynalı dedenin karşısında rahlenin ucunda diz çökmüş bekleyen Raci “Sübhanallah!” diyerek irkildi. Zümrüd-ü Anka babasının eşliğinde mescide girdiğinde, dünyadan kopmuş bir şekilde düşünen Raci mescitteki halının iplik renginin ne olduğunu düşünmekteydi… Kim bilir?

Aynalı dede hanım kızı Zümrüd’ün, Raci’nin sol tarafına oturmasını istedi. Nikah şahitlerinden birinin Ahmet Suphi Efendi diğerinin de mescide sabah namazını eda etmeye gelen ilk kişinin yani Mustafa emminin olmasını istedi. Ahmet Suphi Efendi, nikah şahitliğini yaptığı bu nikah merasiminde beyazlar içinde saklı olan bu hanım kızın Mihrimah Sultan olduğunu duyunca hem sevindi hem de çok şaşırdı. Bu duruma şaşıran tek o değildi ki… Raci ise Hazreti İbrahim’in bıçağının ucunda boynunu uzatan İsmail gibiydi. Rahlenin üzerinde başlayan bir nikah merasimi ve atılan imzalar… Raci, yanındaki çantanın içinden bir kutu çıkardı ve içindeki firuze taşlı altın işlemeli yüzüğü Zümrüd-ü Anka’nın parmağına “Bismillah!” diye taktı… Aynalı dede Raci’nin emek emek nakşettiği doksan dokuzluk tespihi Mihrimah Sultana- Ahmet Suphi efendinin ustalığını gösterdiği otuz üçlük tespihi Raci’ye uzatırken mutluluklar diledi ve onları dualarla mescitten uğurladı.

Mescide babasının kızı olarak gelen Zümrüd-ü Anka, bir ilk bahar sabahı gün ağarırken nikahının kıyıldığı en sevdiği camiden bahçedeki cemaatin tekbir sesleriyle düğün evine gelin Mihrimah Sultan olarak tespih ustasının çırağı-Aynalı dedenin torunu Raci’nin koluna girerek gidiyordu ki, oturduğum kayanın üzerinde taşlarımı tekrar tekrar sayarken buldum kendimi.

Çantamda doksan sekiz taş vardı son taşı da kayanın üzerinden sahildeki kumlara adım attığım anda buldum, izimde… Sahilde taşları saymakla bulmak arasında geçen bir zamanda onca yıl geçmiş gibiydi, sanki. Şimdi ben elimdeki bu taşları ne yapmalıydım?

Amak-ı Hayal’in yazarı Filibeli Ahmed Hilmi’yi rahmetle anarken, sahilde dalgaların sesini dinleyerek kayanın üzerinde yazmaya karar verdiğim bu Taşlara Dokunan Sesler yazısındaki gibi iki Tespihdar, bir Mihrimah ve bir Raci hele de bu zamanda nasıl olmalı ki bulmalı?



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder