ÇATAL YOLU’NUN MİNNETÇİSİ / Hasan KEKLİKCİ


Ne kadar yorgun olsam ne kadar canım sıkkın da olsa; ellerimi başımın altına alıp, o mübarek ayak izinin bulunduğu kayanın üzerine uzanmak aklımın ucundan bile geçmez Emmi. Ala gölgeli bir kayanın üzerine sırtüstü, boylu boyunca uzandım. Ellerimi kenetleyip, başımı avuçlarımın içine aldım. Öyle bir yerdeyim ki Anabatgediği’nden berisi gözlerimin önünde, ayaklarımın altında…

Henüz güneşin feri geçmemişti. Hava hala sıcaktı. “Taştan yumuşak” diyoruz ya, taş vücudumdan yumuşaktı Emmi. Ayaklarımdan yüzüme doğru hafif bir meltem vuruyordu. Olmadı. Doğruldum. Sabahtan beri yeni açılmış yolda, dizime kadar toz-toprak içinde gezmiştim. Aşağıdan yukarı esen meltem, ayaklarımdaki tozları burnuma sokuyordu. Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkarttım. Her yerimi bir güzel silkeledim. Bir daha. Bir daha. Derken, üzerime gölgesi vurmuş olan çam ağacının kokusunu almaya başladım. Üzerinde bulunduğum kaya hafif meyilli olduğundan, yatsam da otursam da manzaram bozulmuyor. Gerçi ben buraları, buraların manzaralarını ezbere bilirim Emmi. Bak birazdan, Anabatgediği’nin üstünden bir beyaz bulut çıkar. Ardından bir tane daha ve onun ardından bir tane daha beyaz bulut çıkar. Sen onları orada toplanmış, meşveret ediyorlar sanırsın. Hayır. Sana öyle gelir. İlk çıkan beyaz bulut, sağ taraftan Muratlı’nın üstünden Başkonuş’a doğru hem ilerler ve hem de yükselir. Arkasından gelen; soldan Sarısırt’a, oradan Uludaz’a doğru yükselir gider. En son gelen sanki orada bekliyormuş gibi görünür. Ama hayır. O da artık hangi yön denk gelirse, öncekilerin yolunu tutar gider. Fakat Anabatgediği’nin üstü hiç bulutsuz kalmaz. Bura böyle Emmi. Bütün bulutlar batıdan gelir, doğuya doğru gider. Ama kafanı kaldırıp, bulutları takip etmeyeceksin. Başın döner…

Kaç oğlak çobanı çocuk düşmüştür Emmi bu kayalardan. Sümbülün daha iyisini toplayabilmek için, kaç çocuk kaç yerinden yaralanmıştır? Sümbülün en güzeli, alınması en zor yerde biter değil mi Emmi? Çocuklar topladıkları sümbülleri analarına verirler bizim buralarda. Babaları vermemiştir diye belki de.

Köylü delikanlısı tek başınadır gönül işlerinde. Kimin kimi sevdiğini asla bilemezsin. Şairlerin, yazarların ballandıra ballandıra anlattıkları gibi, öyle çeşme başında, harman yerinde konuşma filan da olmaz buralarda. Utanır köylü delikanlısı. Tek cümle: Utanır. Sonra yürek varken, sevgi varken, ot çöp de nenin nesi oluyor? Sevdiğine otla verdiğin ya da nasıl söyleyeyim, çiçekle sunduğun sevgi, çiçekle kuruyup gitmez mi Emmi?

Köyden çıktığımızda gece yarısını geçiyordu. Yolumuz ay ışığının ulaşamadığı, dere ve esikler dışında gündüzlük gibiydi. Gaz vermeden gidebileceği her yerde vitesi boşa almaya alışık olan şoförün, bir fayda olacağını bilse, farları bile kapatabileceği bir aydınlık vardı gökyüzünde. İhtimal ki bu gece ne tilki ve ne de tavşan görmeden Maraş’ı bulacağız.

Akşam, tahmin ettiğimden daha güzel geçti: Uzun beton merdivenin dibinde -kimse olmamasına rağmen- seslice selam verdim. Sonra yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladım. Ev sahibi birinci selamımı duymuş olmalı ki, yukarıda merdivenin başında bekliyordu. İkinci selamı gözüne bakarak verdim. Köylük yerde selam işi böyle oluyor Emmi. Ev sahibini haberdar etmek için, hayt… huyt… diye manasız manasız bağırmak yerine işin sevaplı ve kolay olanı yapılıyor.

Kapısı açılıp buyur edildiğimiz odada dört kişi vardı. Karşılıklı iki sedirin önünde iki kişi, sedirlerin sol tarafında, yer minderlerinin önünde de iki kişi ayağa kalkmış, dışarıdan gelen misafiri bekliyorlardı. Hoş-beşten sonra kapının sol tarafındaki sedirin ortasına oturdum. Şöyle ki ne ayaklarım yere değiyor ne de sırtım arkaya değiyor Emmi. Dolayısıyla sedirin ortasına oturmuş oluyorum. Fakat çok kısa bir zaman içinde ayaklarımı toplayıp; sol ayağımı altıma aldım, sağ ayağım sedirin üstünde ve sağ dizimi büküp rahat bir şekilde oturdum. Televizyon sağ tarafımızdaki duvarın önünde; elde biçilmiş tahtalarla yapılmış bir masa üzerinde, bir yanında uydu alıcısı diğer yanında bir horozlu saat var. Bizim karşımızdaki duvarda; yırtılan yaprakları, yaprak destesinin takılı olduğu yere iliştirilmiş olan bir takvim, takvimin biraz solunda, duvara çerçevesiz olarak yapıştırılmış, seçim zamanından kalma, bu satırların yazarına ait kırmızı kravatlı bir afiş.

“Aşağı inin bakalım, sofraya yanaşın” dedi; orta boylu, etine dolgun, alnının üst tarafı açık, yanakları kırmızı, gözleri yuvalarının biraz önünde gibi bir his uyandıran ev sahibi.

Öğlen yediğimiz zehir zemberekten sonra güzel bir yemek oldu Emmi. Çok da laf ettik. Alamandan Karamandan konuştuk. Birinci çaylar geldiğinde; yerde minderde bacaklarını iki yana açmış ve sırtıyla duvarı arkaya doğru itiyormuş gibi oturan; uzun boylu, saçları arkaya taranmış, beyaz gömleğinin yakasını terden korumak için yakasıyla boynu arasına bir mendil koymuş olan adam, elindeki çayı önündeki cam çay tabağına bıraktı. Kafasını sağ omuzuna doğru hafifçe bükerek; “de bahım” dedi, yanında oturan ve kendisinden daha uzun boylu; öğleden sonra sakal tıraşı olmuş, alt dudağının sol tarafında bir miktar sarı kıl kalmış, çenesinin sivri yerine yakın bir yerinde bugünkü tıraştan kalma jilet kesiği bulunan, iki yakasının birleştiği yerden bir tutam kıl görünen, şalvarlı, iri ayaklı adama. Elli, elli beş yaşlarındaki adam, kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle; önündeki çay tabağını yan tarafına, elindeki çayı da çay tabağına koyarak, dizlerinin üstüne doğruldu: “Ben böyle iş görmedim. Ne dedim ne ettimse olmadı. Ayağını mercimek kütüğüne dayamış. Haa… karşımdaki bir kadın. Erkek olsa; kulağının tözüne silleyi koydum mu, gözünden çıngı çıkartırım, uğundururum evelallah. Amma yok, geçmişi tenekeli herif hüsüyor –susuyor- avrat konuşuyor. Ben adamdan bir fayda olmaz mı diye gittim, adam heç bir şeye karışmıyor. Ancak eşşek gibi gözünü ağardıyor. Lafı verenden alan uz gerek başkanım, attığımız yerden vuramadık. Boşuna minnet ettik.  O yol oradan olmuyor.”

“Paltası kütükten çıktı ya” dedi ev sahibi, “nasıl olsa yol kendisinin tarlasına ulaştı.”

“Peki ne yapmayı düşünüyorsunuz” dedim.

“Berideki tarlanın sahibi geldi, çok herslenmiş. Gerekirse benim tarlamın hepsi gitsin ama yarım kalmasın, her adamın tarlasına yol kısmet olmaz diyor. Onun tahımından viraj yapıp yolumuza devam edeceğiz.” Dedi muhtar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder