Ne kadar
yorgun olsam ne kadar canım sıkkın da olsa; ellerimi başımın altına alıp, o
mübarek ayak izinin bulunduğu kayanın üzerine uzanmak aklımın ucundan bile
geçmez Emmi. Ala gölgeli bir kayanın üzerine sırtüstü, boylu boyunca uzandım.
Ellerimi kenetleyip, başımı avuçlarımın içine aldım. Öyle bir yerdeyim ki
Anabatgediği’nden berisi gözlerimin önünde, ayaklarımın altında…
Henüz
güneşin feri geçmemişti. Hava hala sıcaktı. “Taştan yumuşak” diyoruz ya, taş
vücudumdan yumuşaktı Emmi. Ayaklarımdan yüzüme doğru hafif bir meltem
vuruyordu. Olmadı. Doğruldum. Sabahtan beri yeni açılmış yolda, dizime kadar
toz-toprak içinde gezmiştim. Aşağıdan yukarı esen meltem, ayaklarımdaki tozları
burnuma sokuyordu. Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkarttım. Her yerimi bir güzel
silkeledim. Bir daha. Bir daha. Derken, üzerime gölgesi vurmuş olan çam
ağacının kokusunu almaya başladım. Üzerinde bulunduğum kaya hafif meyilli
olduğundan, yatsam da otursam da manzaram bozulmuyor. Gerçi ben buraları,
buraların manzaralarını ezbere bilirim Emmi. Bak birazdan, Anabatgediği’nin
üstünden bir beyaz bulut çıkar. Ardından bir tane daha ve onun ardından bir
tane daha beyaz bulut çıkar. Sen onları orada toplanmış, meşveret ediyorlar
sanırsın. Hayır. Sana öyle gelir. İlk çıkan beyaz bulut, sağ taraftan
Muratlı’nın üstünden Başkonuş’a doğru hem ilerler ve hem de yükselir.
Arkasından gelen; soldan Sarısırt’a, oradan Uludaz’a doğru yükselir gider. En
son gelen sanki orada bekliyormuş gibi görünür. Ama hayır. O da artık hangi yön
denk gelirse, öncekilerin yolunu tutar gider. Fakat Anabatgediği’nin üstü hiç
bulutsuz kalmaz. Bura böyle Emmi. Bütün bulutlar batıdan gelir, doğuya doğru
gider. Ama kafanı kaldırıp, bulutları takip etmeyeceksin. Başın döner…
Kaç oğlak
çobanı çocuk düşmüştür Emmi bu kayalardan. Sümbülün daha iyisini toplayabilmek
için, kaç çocuk kaç yerinden yaralanmıştır? Sümbülün en güzeli, alınması en zor
yerde biter değil mi Emmi? Çocuklar topladıkları sümbülleri analarına verirler
bizim buralarda. Babaları vermemiştir diye belki de.
Köylü
delikanlısı tek başınadır gönül işlerinde. Kimin kimi sevdiğini asla
bilemezsin. Şairlerin, yazarların ballandıra ballandıra anlattıkları gibi, öyle
çeşme başında, harman yerinde konuşma filan da olmaz buralarda. Utanır köylü
delikanlısı. Tek cümle: Utanır. Sonra yürek varken, sevgi varken, ot çöp de
nenin nesi oluyor? Sevdiğine otla verdiğin ya da nasıl söyleyeyim, çiçekle
sunduğun sevgi, çiçekle kuruyup gitmez mi Emmi?
Köyden
çıktığımızda gece yarısını geçiyordu. Yolumuz ay ışığının ulaşamadığı, dere ve
esikler dışında gündüzlük gibiydi. Gaz vermeden gidebileceği her yerde vitesi
boşa almaya alışık olan şoförün, bir fayda olacağını bilse, farları bile
kapatabileceği bir aydınlık vardı gökyüzünde. İhtimal ki bu gece ne tilki ve ne
de tavşan görmeden Maraş’ı bulacağız.
Akşam,
tahmin ettiğimden daha güzel geçti: Uzun beton merdivenin dibinde -kimse
olmamasına rağmen- seslice selam verdim. Sonra yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya
başladım. Ev sahibi birinci selamımı duymuş olmalı ki, yukarıda merdivenin başında
bekliyordu. İkinci selamı gözüne bakarak verdim. Köylük yerde selam işi böyle
oluyor Emmi. Ev sahibini haberdar etmek için, hayt… huyt… diye manasız manasız
bağırmak yerine işin sevaplı ve kolay olanı yapılıyor.
Kapısı
açılıp buyur edildiğimiz odada dört kişi vardı. Karşılıklı iki sedirin önünde
iki kişi, sedirlerin sol tarafında, yer minderlerinin önünde de iki kişi ayağa
kalkmış, dışarıdan gelen misafiri bekliyorlardı. Hoş-beşten sonra kapının sol
tarafındaki sedirin ortasına oturdum. Şöyle ki ne ayaklarım yere değiyor ne de
sırtım arkaya değiyor Emmi. Dolayısıyla sedirin ortasına oturmuş oluyorum.
Fakat çok kısa bir zaman içinde ayaklarımı toplayıp; sol ayağımı altıma aldım,
sağ ayağım sedirin üstünde ve sağ dizimi büküp rahat bir şekilde oturdum.
Televizyon sağ tarafımızdaki duvarın önünde; elde biçilmiş tahtalarla yapılmış
bir masa üzerinde, bir yanında uydu alıcısı diğer yanında bir horozlu saat var.
Bizim karşımızdaki duvarda; yırtılan yaprakları, yaprak destesinin takılı
olduğu yere iliştirilmiş olan bir takvim, takvimin biraz solunda, duvara
çerçevesiz olarak yapıştırılmış, seçim zamanından kalma, bu satırların yazarına
ait kırmızı kravatlı bir afiş.
“Aşağı
inin bakalım, sofraya yanaşın” dedi; orta boylu, etine dolgun, alnının üst
tarafı açık, yanakları kırmızı, gözleri yuvalarının biraz önünde gibi bir his
uyandıran ev sahibi.
Öğlen
yediğimiz zehir zemberekten sonra güzel bir yemek oldu Emmi. Çok da laf ettik.
Alamandan Karamandan konuştuk. Birinci çaylar geldiğinde; yerde minderde bacaklarını
iki yana açmış ve sırtıyla duvarı arkaya doğru itiyormuş gibi oturan; uzun
boylu, saçları arkaya taranmış, beyaz gömleğinin yakasını terden korumak için
yakasıyla boynu arasına bir mendil koymuş olan adam, elindeki çayı önündeki cam
çay tabağına bıraktı. Kafasını sağ omuzuna doğru hafifçe bükerek; “de bahım”
dedi, yanında oturan ve kendisinden daha uzun boylu; öğleden sonra sakal tıraşı
olmuş, alt dudağının sol tarafında bir miktar sarı kıl kalmış, çenesinin sivri
yerine yakın bir yerinde bugünkü tıraştan kalma jilet kesiği bulunan, iki
yakasının birleştiği yerden bir tutam kıl görünen, şalvarlı, iri ayaklı adama.
Elli, elli beş yaşlarındaki adam, kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle;
önündeki çay tabağını yan tarafına, elindeki çayı da çay tabağına koyarak,
dizlerinin üstüne doğruldu: “Ben böyle iş görmedim. Ne dedim ne ettimse olmadı.
Ayağını mercimek kütüğüne dayamış. Haa… karşımdaki bir kadın. Erkek olsa;
kulağının tözüne silleyi koydum mu, gözünden çıngı çıkartırım, uğundururum
evelallah. Amma yok, geçmişi tenekeli herif hüsüyor –susuyor- avrat konuşuyor.
Ben adamdan bir fayda olmaz mı diye gittim, adam heç bir şeye karışmıyor. Ancak
eşşek gibi gözünü ağardıyor. Lafı verenden alan uz gerek başkanım, attığımız
yerden vuramadık. Boşuna minnet ettik. O yol oradan olmuyor.”
“Paltası
kütükten çıktı ya” dedi ev sahibi, “nasıl olsa yol kendisinin tarlasına
ulaştı.”
“Peki ne
yapmayı düşünüyorsunuz” dedim.
“Berideki
tarlanın sahibi geldi, çok herslenmiş. Gerekirse benim tarlamın hepsi gitsin
ama yarım kalmasın, her adamın tarlasına yol kısmet olmaz diyor. Onun
tahımından viraj yapıp yolumuza devam edeceğiz.” Dedi muhtar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder