KÜL DUYGUSUNDAKİ NAKIŞ/ Hidayet BAĞCI


İlkbahar geldi diye eteklerine çiçekleri toplarken, dağları gördüm. Ama Ahir dağının zirvesindeydi kar, beyazlar içinde gelin misali…Bir ilkabahar sabahı erkenden yaptığım kapalı çarşıdaki alışveriş sonrası eve gelmenin mutluluğuyla başlayan tatlı bir telaş vardı bende. Bu telaşın adı “Kül” idi. Öncelikle bu nakşedeceğim motifin etamin bezle kasnak arasına iyice yerleştirilmesi gerekliydi. Gergefin tam ortasına ilmek ilmek iğnenin ucuyla ses vermeliydim “tık, tık!”. Yeri geldiğinde iğnenin ucu acıtmalıydı parmaklarımı, yüreğime batırmadan. Bu sıralar kendimi bu kül nakışı gibi hissetsem de içimde un ufak olan şeyler var...

Ey nakış!

Kayboluyor zihnimden yavaş yavaş, uzaklaşıyor benden bu son nokta. Korkuyorum hep devamı olacak, beni her daim bu kelimeye düşürecek diye. Şimdilerde bir elimde iğne diğer elimde renginden anlamadığım kül yeşili ip…Velhasılıkelam kül rengi umutları nakşetmeye hazır iki usta ve bir akıl. Eğer akıl ağrımıyorsa hayalden bir hiç nasıl nakşedilebilir değil mi? Aklım nerde kaldı ki ben bu kelimeye düştüm, sanırım ben aklımı kaybettim…

Ey nakış!

İpliği iğneden geçirirken zamanı sorguluyor insan, bir de acı gerçekleri. Hakikat kelimesini yaşarken kabullenmek, bir lokma ekmeğin boğazdan bir yudum suyla geçmesi kadar kolay da değil. Her bir nokta sonrasında düğümlediğim cümlelerim var, bunun da farkındayım. Şimdi iğneden geçirdiğim ipliğime bir düğüm attım. Gergefin tersinden kumaşa batırdım iğnemi ve geldi ilk ses, ilk tık! Hiçliği nakşetmeliydim bu kumaşa, bu kalbe, bu hayata…

Ey nakış!

İtiraf etmeliyim ne iplikten ne kumaştan anlarım. Sadece renginden anladığımı sandığım bu varlık, beni bu kül rengi hayata düşürdü. Şimdi onun rengini nakşetmeye çalışıyorum, elimdeki bembeyaz ipeğe. İpek dedimse anla ki halim bilinsin, söyle ki türküler hep motifler içinde ses olsun. Bu nakışın türküsü “ Şu tepe pullu tepe” olsun…

Ey nakış!

Kül yeşili renklerle gökkuşağının tüm renklerinden işlediğim bu motif nihayet bitti. Hiç oldu şimdi iğnenin acıttığı parmaklarımda. Rengi benden, yaprakları kül yeşili iplikten bir “Kül” nakışı işlemek ne çok kolaydı ne de çok zordu. Sadece ipek kumaşa dokunan bu nakış biraz şiirce ve son nokta gibi oldu, nokta.

“Soğuk taşlar üzerine işlenen

Çivi yazıları gibi durma, ey nakış!

Bakan sende onu görmeli,

Tanımalı rengini…

Şiirden çıkmış hikâye gibi,

Durma karşımda…

Benim adım kül yeşili…”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder