İlkbahar geldi diye eteklerine
çiçekleri toplarken, dağları gördüm. Ama Ahir dağının zirvesindeydi kar,
beyazlar içinde gelin misali…Bir ilkabahar sabahı erkenden yaptığım kapalı
çarşıdaki alışveriş sonrası eve gelmenin mutluluğuyla başlayan tatlı bir telaş
vardı bende. Bu telaşın adı “Kül” idi. Öncelikle bu nakşedeceğim motifin etamin
bezle kasnak arasına iyice yerleştirilmesi gerekliydi. Gergefin tam ortasına
ilmek ilmek iğnenin ucuyla ses vermeliydim “tık, tık!”. Yeri geldiğinde iğnenin
ucu acıtmalıydı parmaklarımı, yüreğime batırmadan. Bu sıralar kendimi bu kül
nakışı gibi hissetsem de içimde un ufak olan şeyler var...
Ey nakış!
Kayboluyor zihnimden yavaş yavaş,
uzaklaşıyor benden bu son nokta. Korkuyorum hep devamı olacak, beni her daim bu
kelimeye düşürecek diye. Şimdilerde bir elimde iğne diğer elimde renginden
anlamadığım kül yeşili ip…Velhasılıkelam kül rengi umutları nakşetmeye hazır
iki usta ve bir akıl. Eğer akıl ağrımıyorsa hayalden bir hiç nasıl nakşedilebilir
değil mi? Aklım nerde kaldı ki ben bu kelimeye düştüm, sanırım ben aklımı
kaybettim…
Ey nakış!
İpliği iğneden geçirirken zamanı
sorguluyor insan, bir de acı gerçekleri. Hakikat kelimesini yaşarken
kabullenmek, bir lokma ekmeğin boğazdan bir yudum suyla geçmesi kadar kolay da değil.
Her bir nokta sonrasında düğümlediğim cümlelerim var, bunun da farkındayım.
Şimdi iğneden geçirdiğim ipliğime bir düğüm attım. Gergefin tersinden kumaşa
batırdım iğnemi ve geldi ilk ses, ilk tık! Hiçliği nakşetmeliydim bu kumaşa, bu
kalbe, bu hayata…
Ey nakış!
İtiraf etmeliyim ne iplikten ne
kumaştan anlarım. Sadece renginden anladığımı sandığım bu varlık, beni bu kül
rengi hayata düşürdü. Şimdi onun rengini nakşetmeye çalışıyorum, elimdeki
bembeyaz ipeğe. İpek dedimse anla ki halim bilinsin, söyle ki türküler hep
motifler içinde ses olsun. Bu nakışın türküsü “ Şu tepe pullu tepe” olsun…
Ey nakış!
Kül yeşili renklerle gökkuşağının
tüm renklerinden işlediğim bu motif nihayet bitti. Hiç oldu şimdi iğnenin
acıttığı parmaklarımda. Rengi benden, yaprakları kül yeşili iplikten bir “Kül”
nakışı işlemek ne çok kolaydı ne de çok zordu. Sadece ipek kumaşa dokunan bu
nakış biraz şiirce ve son nokta gibi oldu, nokta.
“Soğuk taşlar üzerine işlenen
Çivi yazıları gibi durma, ey
nakış!
Bakan sende onu görmeli,
Tanımalı rengini…
Şiirden çıkmış hikâye gibi,
Durma karşımda…
Benim adım kül yeşili…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder